Çocuk yetiştirmede yalnızca bilgi ve tecrübe yetmez
“Ekolojik Baba” serimizde bu ay, çeşitli sektörlerdeki tecrübesini “sürdürülebilirlik” ve “girişimcilik” temel değerleriyle birleştiren iş insanı Dr. İzel Levi Coşkun’u konuk ediyoruz. Coşkun ile tohumun hikayesini bilen, tüm canlılara sevgi ve saygı duyan çocuklar yetiştirme üzerine konuştuk.
Röportaj: Ayşe Nur Ayan – Buğday Derneği İletişim Ekibi
İzel Levi Coşkun’u tanıyabilir miyiz? Neler yapıyorsunuz?
Yaptıklarımla insan olmanın gereğini yerine getirmeye çalışıyorum. Şöyle tarif edeyim. Ben bir iş insanıyım. Amacım kurumsal sürdürülebilirlik farkındalığını ilk başta CEO ve Sürdürülebilirlik Elçisi olarak çalıştığım Mazars Denge’de olmak üzere tüm paydaşlarımız arasında yayabilmek.
Buğday Derneği ve Victor Ananias ile nasıl tanıştınız?
2000 yılında Paris’te çalışırken eşim beni epeyce çektiren alerji krizlerime bir çözüm bulabilmek için internet vasıtasıyla bulduğu Buğday Derneği’nin kurucusu olan Victor Ananias’a bir mektup yazdı. Bu mektupta alerjiye bitkisel bir çözüm olup olmadığını, beslenirken nelere dikkat etmemiz gerektiğini sordu. Victor da cevabını olduğu gibi Buğday Ekolojik Yaşam Dergisi’ne basarak yanıtladı. Bu vesileyle Victor ile yıllarca sürecek olan bir dostluğumuz ve Buğday Derneği ile işbirliğimiz başladı.
Çocuğunuzun doğumuyla birlikte sizin ve eşinizin yaşamında neler değişti?
“Çocuğum” dediğim zaman burada kan bağına bağlı bir sahiplenme izlenimi oluşuyor. Halbuki en az bu kan bağı kadar kuvvetli olan bir bağ daha var. Toprakla olan bağ. Bu bağ bana göre aslında bir sahiplenme değil, bir paylaşım bağı. Bu bağın farkındalığı ebeveyn olarak bize çok ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğun yansıması olarak da başta toprağa olmak üzere tüm canlılara saygı duyan ve onlarla birlikte bir yaşam paylaşmanın gereklerini yerine getirecek bir birey yetiştirmeye gayret ediyoruz.
Sürdürülebilirlik farkındalığı gün geçtikçe artıyor. Sizin de önem verdiğiniz bu kavramı, “ekolojik baba” olmanın gerektirdikleri açısından nasıl yorumlarsınız? Örneğin, çocuğa iyi bir eğitim imkanı sunmak, spor ve müzik gibi alanlara yönlendirmek, beslenmesine dikkat etmek bu noktada yeterli mi?
Ailece İstanbul ve Burgazada arasında gidip gelerek yaşıyoruz. Burgaz bizim hayatımızda çok önemli bir yer tutuyor. Yaşadığımız her iki mekanda da bitkiler ve hayvanlarla birlikte ve çevremizde bulunan tüm canlılara saygı duyduğumuz bir ortam kurmaya çalıştık. Serra’nın kendi tecrübesiyle öğrenerek, sosyal ve çevresel sorumluluk almasını sağlamaya çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse, daha 1-2 yaşındayken etrafta ne kadar yaprak, çiçek, böcek, hayvan varsa hepsiyle tanıştırdım. Bu mucizevi canlıların tamamına sevgi ve saygıyla yaklaşmasını öğrettim. Onlara dokunduk, kokladık, okşadık, koparmamaya ve acıtmamaya özen gösterdik. Kompost yapmayı, tohum biriktirmeyi, tohumları dikmeyi, bakmayı, sevmeyi öğretmeye çalıştık. Ona yaşadığımız yerlerde başımdan geçen olaylara dayalı biraz gerçek biraz hayali ama içinde hep birbirleriyle dayanışma içinde olan hayvanlar ve bitkilere dair masallar anlattım. Annesi Serra’ya sanatın özgürlüğünü ve insana verdiği müthiş yaratma hazzını öğretti.
Burgaz’da her fırsatta ailece yürüyüşlere çıkıyoruz. Bu yürüyüşlerde ağaç ve tohum dikiyoruz. İçtiğimiz suları minik tomurcuklarla paylaşıyoruz. Doğanın bize sunduğu kiraz, erik, böğürtlen ve kocayemişi gibi nimetlerden faydalanıyoruz. Çevremizde sanatçı, aktivist ve sivil toplum yöneticisi olan birçok arkadaşımız var. Onlarla yaptığımız sohbetlerde Serra’yı yanımızdan hiç ayırmayız. Açık Radyo ve Ömer Madra her sabah kahvaltımızda bize eşlik eder. Kendisini mümkün olduğunca ekranlardan uzak tutmaya çalışıyoruz. Sürdürülebilirlik konusu aslında kesişen birçok noktası olmasına rağmen herkes için ayrı bir yolculuk. Bu yolculukta kalben inandığım konnularda kızımıza sadece eşlik ediyor, bazı yönlendirmeler yapıyorum. Keşif işlemi kendine ait…
Her yeni doğan çocuk potansiyel birer tüketici olarak görülüyor. Tüketim kültürünün dayattıkları karşısında kendinizi ve kızınızı korumak için nelere dikkat ediyorsunuz?
Serra’ya tüketmek yerine paylaşmak ve ilişkilerine özen göstermek kavramlarını anlatmaya çalışıyorum. Sistemin tüketime yönelik dayatmaları ile baş etmek kolay değil. Her an her yerde plastik oyuncaklar, cep telefonları, çocukları tavlamak için kullanılan reklamlar derken etrafımız sarılı. Bunu aşmanın tek yolu doğa ile sık sık buluşmak. Bunun için ada eşsiz bir yer. Deniz ve toprak size o kadar yakın ki. Onlarla iç içe yaşarken tüketim çılgınlığının dayatmalarından bir anda sıyrılıveriyorsunuz. İstediğimiz öğrenmenin sağlanabilmesi için önce ona örnek oluyorum. Mesela hafta sonu aktivitelerimizden biri kıyılardan çöp toplamaktır. Artık alıştı her yerde çöp topluyor. Algıda seçicilik oluştu.
Serra defalarca tekrar, uygulama ve birebir tecrübe ederek öğreniyor. Mesela Covid-19’daki maskeler. Biz tek kullanımlık maskeler yerine evde diktiğimiz maskeleri kullanıyoruz. Peçeteleri bölerek kullanıyoruz. Aile içinde şiddetsiz bir iletişim kurmaya çok dikkat ediyoruz. Bizim anne baba olarak yapmadığımız bir şeyi kendisinden beklemeyi doğru bulmuyoruz.
Pandemi tüketim alışkanlıklarınızı nasıl etkiledi? Satın almak yerine, hangi ihtiyaçlarını kendiniz karşılıyorsunuz veya geri dönüştürüyorsunuz?
Aslında bizim hayatımızda çok da değişen bir şey olmadı. Çöp ayrıştırma, az et tüketimi, kompost yapma, düşük su tüketimi, bazı sebzeleri yetiştirme ve her hafta organik pazara gitme gibi alışkanlıklarımız hep vardı. Tabii artık arabayı da daha az kullanıyoruz ve seyahat etmiyoruz. En önemli değişiklikler bunlar diyebilirim.
Büyük şehirlerde, sofrasına gelen gıdanın hikayesini bilen; tüketici değil, türetici olmaktan yana olan çocuklar yetiştirmek mümkün mü? Kendi deneyimlerinizi ve varsa yaşadığınız zorlukları paylaşabilir misiniz?
Eşim Sibel, Kasım 2018’de Tütün Deposu’nda “Bir İç Mekan Bahçesi” adlı bir sergi yaptı. Bu sergide merkezi bir kompost ünitesi içerisinde çoğalan solucanlar, sergi mekanından ve Depo’nun kiracısı olan Açık Radyo’dan çıkan organik atıkları ve Açık Gazete’nin gazetelerini komposta dönüştürdü. Gazeteler ayrıca kağıt hamuruna dönüştürülerek organik saksılar yapıldı. Duvarlara kelepçelenmiş kavanozlar içerisinde bitki çelikleri, sergi süresince kök saldılar. Serginin son günü gelen ziyaretçiler duvarlardaki bitkileri kelepçelendikleri yerlerden alıp bu hamurdan saksılara solucanların ürettiği toprağı katıp bitkileri de dikerek mekandan ayrıldılar.
Bizim hayatımızda Sibel’in insanı düşündüren ve dönüştüren projeleri hep var. Her proje Serra’ya birçok gerçek tecrübe yaşatıyor. Daha yaşı ufak ama zamanla sofrada bulunan her türlü yiyeceğin hikayesini öğreneceğine inanıyorum.
Gıda güvenliğine sansür getiren; nesli tükenmekte olan canlıların avlanmasına izin veren; ekolojik yaşamı korumak yerine, şirket çıkarları için ağaçların kesilmesine izin veren kanun teklifleri ne yazık ki hala gündemimize gelebiliyor. Diğer yandan, dünyada ve Türkiye’de çocukların iklim krizine karşı mücadelesi sürüyor. Siz Serra’ya tüm bu ekolojik yıkımı nasıl anlatıyorsunuz?
Yassıada’nın nasıl bir beton yığınına çevrildiği, Sivriada’da mercanların hayatının nasıl tehlikeye girdiği, Büyükada’da iptal olan heliport projesi ile ilgili Change.org’da başlattığım kampanyalar; Prens Adaları’nda faytonların kaldırılmasından sonra atların neler çektiği, Marmara Adası’nın doğasını katleden mermer ocakları; mahkemesine her seferinde ziyaretçi olarak katıldığımız Osman Kavala’nın başına gelenleri ve Covid-19 salgınıyla birlikte doğanın canlanması gibi hayatımızdaki birçok konuya Serra da birebir şahit oluyor. Biz ona çok çalışarak, doğru bildiğinden vazgeçmeyerek, insanlarla dayanışma içinde olarak ve ben değil biz diyerek bu ekolojik ve toplumsal yıkımın içinden nasıl çıkılabileceğini anlatmaya çalışıyoruz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Sizi seviyorum. İyi ki varsın Buğday ve iyi ki tanıdım seni sevgili Victor. Her zaman kalbimizdesin.
Röportaj: Ayşe Nur Ayan – Buğday Derneği İletişim Ekibi