“Çiftçi zehirsiz üretime geçtiğinde tüm canlılar kârlı çıkıyor.”
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Strateji Kurulu Üyesi Oya Ayman, Belediye Gazetesi’nin sorularını yanıtladı: “Toprağın su tutma kapasitesini artırmak, susuz tarım yöntemlerini geliştirmek, ürün deseninde az su isteyen ürünlere yönelmek su varlığının devamlılığı için önemli adımlar.”
Buğday Derneği çok uzun yıllardır temiz gıda, temiz su ve su tasarrufu üzerine faaliyet gösteren bir kuruluş. Kentlerde suyun yönetimiyle ilgili kritik konular nelerdir? Kırsalın büyükşehirlere geçmesiyle birlikte sizce buralardaki kritik konular nelerdir?
Oya Ayman: Buğday Derneği olarak yaşamın bir bütün olduğu gerçeğinden yola çıkarak ekolojik yaşamın devamlılığı için doğayla uyumlu üretim ve türetim alışkanlıklarının geliştirilmesi yolunda çalışıyoruz. Bunu yaparken de sahip olduğumuz bilgi ve deneyimleri kentten kırsala geniş bir platformda paylaşıyoruz. Sadece insan türünün değil, bütün varlıkların sağlıklı ve adil biçimde yaşamını sürdürmesine elimizden geldiğince hizmet etmek yönünde çabalıyoruz.
Bir yandan beslenmeden giyinmeye, barınmadan tatile kadar tüketim alışkanlıklarının doğa dostu kullanım alışkanlıklarına dönüştürülmesi yönünde farkındalık ve eğitim çalışmaları yapıyor ve projeler yürütüyoruz. Diğer yandan da günümüzde en büyük kirleticilerden biri olan tarım ve gıda üretiminde agroekolojik yöntemlerin benimsenmesi ve yaygınlaşması konusunda çalışıyoruz. Bu kapsamda su tasarrufu, suyun kirletilmeden kullanılması ve su varlığının devamlılığı da çalışmalarımızın bir parçası.
Pestisitler ve sentetik gübreler su varlığını tehdit ediyor
Bildiğiniz gibi Türkiye’de suyun %70’i tarımsal sulamada kullanılıyor. Endüstriyel tarımda kullanılan pestisitler ve sentetik gübreler de su varlığını tehdit ediyor. Bu anlamda agroekolojik yöntemlerle yapılan gıda üretimi hem toprağı hem suyu hem de biyoçeşitliliği koruyor. 2006 yılında ilkini Şişli’de kurduğumuz ve bütün Türkiye’de yaygınlaşan bir model olan “%100 Ekolojik Pazarlar”, Türkiye’de yaklaşık 80 çiftliğin dahil olduğu “TaTuTa Ekolojik Çiftlik Ziyaretleri” programı, 2019 yılında başladığımız ve 100’ü aşkın STK’yla birlikte yürüttüğümüz “Zehirsiz Sofralar” projesi, zehirsiz gıda üretiminin yaygınlaşmasına hizmet ediyor. Çalışmalarımızda agroekolojik üretim yapan üreticileri destekliyor ve onları türeticilerle buluşturuyoruz.
Dolayısıyla bu projelerde yer alan her bir üretici ve türeticinin zehirsiz üretimin yaygınlaşması için destek vermesine aracı oluyoruz. Bütün bu çalışmalarda temiz toprağın, temiz suyun ve biyolojik çeşitliliğin devamlılığına katkıda bulunmayı hedefliyoruz.
Su yönetiminde kent ve kır ayrımı ortadan kalkıyor
Her ne kadar kent ve kır diye bir ayrım olsa da, günümüzde bu ayrımın yavaş yavaş yok olduğunu gözlemliyorum. Bu anlamda su tasarrufu ve suyun doğru kullanımı ya da başka bir deyişle su yönetiminin mantığı kentte de kırda da aynı.
Ben hayatımın büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirdim ve yedi yıldır da kırsalda yaşıyorum. Yaşadığımız çevre kirliliği, su sıkıntısı, gıda kirliliği, sentetikleşme, iklim krizi ve yaşamımızı tehdit eden bütün diğer problemlerin nedeni, tüketim alışkanlıklarımız. Bu alışkanlıklar konusunda kent veya kır ayrımı ortadan kalkmış durumda. Kentte yaşayanlar da, kırsalda yaşayanlar da, aynı bakış açısına sahip. Çoğunluk, “su var, hep var olacak” gibi davranıyor. Kentte yaşayan sanki o musluktan su hep akacak diye, köyde yaşayan da sanki yeraltındaki su hiç bitmeyecekmiş gibi hoyratça kullanıyor. Bir kuyunun suyu biterse, başka kuyu açarım diye düşünüyor.
Tarımda vahşi sulama yapılıyor
Son zamanlarda iklim krizinin sonucunda yaşadığımız kuraklık hem kentte hem de kırsalda farkındalığın artmasını sağladı. Tehdit arttıkça farkındalık da artıyor. İşte, bu noktada su ve toprak varlığımızı nasıl iyileştirip devamlılığını sağlayacağımıza dair çözümlerin devreye girmesi gerekiyor. Gerek apartmanda gerek köy evinde gerek tarlada doğru su kullanımına dair örnekleri çoğaltmamız gerekiyor. Biz sivil toplum kuruluşları olarak bu konuda modeller oluşturmaya ve farkındalığı yaymaya çalışırken karar vericilerin ve politika yapıcıların da bu modelleri yaygınlaştırma konusunda adımlar atması hayati önem taşıyor.
Ayrıca doğa dostu teknolojilerin devreye girmesi gerekiyor. Tarımda kullanılan suyla çoğunlukla vahşi sulama yapılıyor. Yaşadığım yerde izliyorum, kiraz ağaçları 24 saat sulanıyor. Vanayı açıyor ve evine gidiyor, ertesi sabah gelip o vanayı kapatıyor. Kuyu suyu seviyeleri giderek düşüyor, ama bu “devlet buna bir çözüm bulsun, suyumuz bitiyor” yakınmalarından öteye geçemiyor. Tabii ki bunun bilincinde olan, damlama ya da yağmurlama yöntemiyle suyu doğru kullanan çiftçiler de var, ancak yaygın bir alışkanlıktan bahsediyorum.
Destekler küçük çiftçiye çok az yansıyor
Son zamanlarda damlama ya da yağmurlama sulama teknolojilerini kullanan çiftçilerin sayısı arttı. Bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın teşvikleri var. Bildiğim kadarıyla bazı yerel yönetimler de bu konuda teşvikler veriyor, ama bu konu küçük çiftçiye çok az yansıyor.
Mesela ben küçük çiftçiyim. Damlama sulama konusunda destek almak için başvurdum. Benden parmağım kalınlığında bir dosya ve bir sulama projesi istediler. Toprak ve su tahlilini benim yaptırmam gerek. Su, köyün suyu ve herkes yıllardır tarlalarını suluyor. O kuyu suyuna ait bir tahlil bulunmuyor. Ben damlama sulama için başvurduğumda mı önem kazanıyor su ve toprak tahlili? Üstelik bütün bu dosyayı hazırlamanın da bir maliyeti var. Ayrıca bu desteklerden küçük çiftçinin çoğunun haberi yok. Köydekiler, “Oya Abla onlar büyük şirketler için, bize gelmez,” diyorlar. Bu anlamdaki desteklerin de küçük çiftçinin koşulları düşünülerek planlanması gerekiyor.
Su yönetimi ya da suyun doğru kullanımı konusunda yapılacak planlamaların tasarruf dışında üretimde yöntem değişiklikleri, kullanımda yöntem değişiklikleri ve doğa dostu teknoloji kullanımı aşamaları var.
Evdeki su tüketiminin dörtte biri sifon çekmekten kaynaklanıyor
Tarlada suyu az kullanmakla bulaşık yıkarken suyu az kullanmak arasında çok büyük bir fark yok, aynı farkındalık seviyesinden bahsediyorum. Mesela evdeki su tüketiminin dörtte biri sifon çekmekten kaynaklanıyor. Düşünsenize, sadece sifonu gri su sistemine bağlayarak ya da daha az tüketerek ciddi tasarruf sağlıyoruz. Aynı şekilde tarlada yapacağımız yağmur suyu toplama göletiyle yeraltı suyu tüketimini engellemiş oluyoruz.
Belediyeler yağmur suyu hasadı için harekete geçti
Geçenlerde bazı belediyeler çok güzel bir karar verdi. Açıkçası yıllardır bunu söylemekten dilimizde tüy bitmişti. Duyduğumda çok sevindim. Yeni binalarda yağmur hasadı sistemini zorunlu kılan bir karar çıktı. Bildiğim kadarıyla bu kararı alan belediyeler arasında İzmir de var. Keşke aynı adım, gri su sistemleri için de atılsa. Gri su, suyun bir sistemde yeniden kullanılmasını sağlıyor. Tuvalet dışında, mutfakta ve duşta kullandığımız atık suya gri su diyoruz ve o suyu tekrar kullanabilmemiz mümkün. Bu sistem, suyu temiz kullanmanın önemini de kavramamızı sağlıyor. Suyu temiz kullanırsak -yani doğa dostu temizlik malzemeleri kullanırsak- o zaman suyu tekrar tekrar kullanma şansımız söz konusu.
Ben evde yağmur suyu hasadı yapıyorum ve hiç şebeke suyu kullanmıyorum. Her yıl yağan yağmur benim evimin ihtiyacına ve küçük bahçemi sulamama yetiyor. Kırsalda yaşayan herkes kendi yağmur suyu hasadını yapabilir. Hatta kentte balkonunuzda yapabilir, yaşadığınız apartmanda ya da mahallede bu konuda bir girişim başlatabilirsiniz.
Büyükşehirlere bağlanan, bir gecede mahalle olan köyler var. Onlar belki şehirlere dahil oldu, ama fiziki yapılarında bir şey değişmedi. Aynı şartlarla yaşıyorlar. Yerel yönetimler buralara yağmur hasadı ve suyun yeniden kullanımına yönelik bazı uygulamalar getirebilir. Yine turizm bölgelerinde ve otellerde kullanılan suyun haddi hesabı yok. Aynı şey ikinci konutlar için de geçerli. İnsanlar tatile çıktıklarında evde harcadıklarından çok daha fazla su ve elektrik harcıyor. “Nasıl olsa ödediğim paranın içinde var,” mantığıyla hareket ediliyor. Bir şekilde bu turistik yörelerde, otellerde, ikinci konutların yoğun olduğu tatil kasabalarında gri su sistemleri, yağmur hasadı gibi değişiklikler ve zorunluluklar getirilirse ciddi tasarruf sağlanabilir.
Sağlıklı bitki, sağlıklı toprakta yetişir
Bir de üretimde yöntem değişiklikleri yapılabilir. Gıda yetiştirmede daha çok bitki sağlına bakılıyor. Toprak sağlığı ne yazık ki hep ikinci planda kalıyor. Fakat sağlıklı bitki, sağlıklı toprakta yetişir. Sağlıklı toprak, canlılığı olan topraktır. Canlılığı olan toprağın su tutma oranı yüksektir.
Toprağın su tutma kapasitesini artırmak, susuz tarım yöntemlerini geliştirmek, ürün deseninde az su isteyen ürünlere yönelmek ve kardeş bitkiler gibi birbirini destekleyen yöntemleri benimsemek, su varlığının devamlılığı için önemli adımlar. Kuraklığa dayanıklı tohumların kullanılması gibi yöntem değişikliklerine gitmek de tarımsal üretimde su yönetiminin bir parçası.
Benim yaşadığım yerde bir zamanlar her yer susuz bağmış. Bundan 20-30 yıl önce kiraz daha fazla para ediyor düşüncesiyle bağlar sökülmüş ve kiraz ağaçları dikilmiş. Bugün o susuz bağların çoğunun yerinde kiraz ağaçları var ve kiraz ağaçlarının süresi 20, bilemediniz 25 yıl. Bir bağ iyi bakılırsa 100 yıl yaşayabiliyor, ama kiraz ağacı 25-30 yıl yaşıyor ve çok fazla sulama yapılıyor.
Suyu olmayan bir yerde, yerüstü su kaynaklarının olmadığı ya da az olduğu bir yerde siz susuz tarımdan sulu tarıma geçerseniz bir sürü kuyu açmak zorunda kalırsınız. Planlamada bu tür konular da göz önünde bulundurulmalı. Tabii bunlar hükümet politikalarıyla da ilgili.
Her şey birbirine bağlı
Özellikle Covid-19’la birlikte yerelleşmenin hem tüketim hem üretim açısından ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşıldı. Yerelde çözümler üretmek giderek daha fazla önem kazanıyor. Yerel dayanışma ağlarıyla ve çiftçiyle türeticiyi bir araya getiren yapılanmalarla küçük çiftçinin desteklenmesi oldukça önemli. Çünkü başta da söylediğim gibi, her şey birbirine bağlı.
Bütüncül bakış açısıyla politikalar üretirsek bütünün her bir parçası için fayda sağlamamız mümkün olabilir. Ne yapmak gerekir? Nereden başlamak gerekir?
Planlamanın kırsalda biyocoğrafi bölgeler göz önüne alınarak yapılması gerektiği kanaatindeyim. Küçük Menderes Havzası’nı sadece Küçük Menderes Ovası olarak planlayamazsınız. Oradaki dağ köylerini ve bütün havzayı de planlamaya katmak durumundasınız. Planlamanın yerel ölçekte yapılması, ekonomik ve kültürel özelliklerin de dikkate alınması gerekliliğini ortaya çıkarıyor.
Örneğin, tarımsal üretim yapılan bir alanda çok su kullanan bir sanayiye izin verilmemesi gerekir. Tire’de, ovada çok su kullanan bir kâğıt fabrikası var. Hâlbuki Küçük Menderes Ovası, bitkisel üretimin ve hayvancılığın yoğun olduğu bir yer. İnsan, “Niye orada kâğıt fabrikası var?” diye soruyor tabii ki. Planlamada bu tür konulara dikkat edilmesi gerekiyor.
Eğitimde de özendirici uygulamalar ve örnekler oluşturmak çok önemli. Sadece kahve toplantılarıyla hiçbir şey ortaya çıkmıyor, bunu biliyoruz. Çiftçi ancak iyi ve refahını sağlayacak örnekler görürse hayatında değişiklik yapıyor, çok da haklı. Çiftçiye, “Sen toprağını iyileştir, domatesin iyi olacak,” derseniz dikkate almıyor, ama toprağını iyileştiren, pestisitsiz, agroekolojik yöntemlerle yetiştirilebildiğine dair örnek uygulamalar görürse ve “Böyle bir pazar imkânı var, alıcın hazır,” derseniz yapıyor. Çiftçi zehirsiz üretime geçtiğinde uygulamadan su, toprak ve tüm canlılar kârlı çıkıyor. Bu anlamda da bütüncül bakış açısına ihtiyaç var.
Oya Ayman’ın röportajı Belediye Gazetesi‘nin 44. sayısında yayımlanmıştır.