İstanbul’un gizli arıcısı ve bir sanatsal eylem olarak arıcılık
AB Erasmus + Programı tarafından desteklenen Arıları Yaşatalım projemiz kapsamında 9 Aralık’ta İzmir’de gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Ekolojik Arıcılık Konferansı’nda birbirinden ilginç ve önemli sunumlar izledik. En çok ilgi çeken ve ilham veren sunumlardan biri Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Doç. Dr. Alaattin Kirazcı‘ya aitti. İstanbul’da arıcılık yapmaya başlayan Kirazcı’nın öyküsünü gelin ondan dinleyelim.
Uluslararası Ekolojik Arıcılık Konferansı’nda öykünüzü dinlemiştik. Gelemeyenler için arıcılığa başlama hikâyenizi kısaca tekrar anlatabilir misiniz?
Üç aylık arıcılık eğitimini de dahil edersek 2016 Ekim ayından bu yana, bir yıldan fazla bir süredir arıcılıkla ilgileniyorum. Aslında arıcılık eğitimi almaya başlamadan iki ya da üç yıl önce, neredeyse internetten arı satın alıp başlayacaktım, fakat arıcılık yapmak için özgüvenim yoktu. İnsanların “arı” korkusu ve tepkileri de cesaret verici değildi. Bu isteği bir süre daha bastırmam gerekti.
Arıcılık eğitiminden sonra her şey değişti. İlk önce Gebze’nin bir kırsalında bir arkadaşımla ortak iki kovanla başladık. Bu benim için gidiş-geliş toplamda 160 km. ve en az 3,5 saatlik bir yol demekti. İlk başta 10-15 günde bir bakım yapmak için gidip gelmek için yeterli gibi gelse de, ekonomik ve ekolojik değildi. Deneyim kazanma, gözlem yapma ve tecrübe kazanma anlamında da sürdürülebilir gelmedi. Bunun üzerine bir koloni arı daha alıp şehirde arıcılık yapmaya başladım. Böylece çok heyecan verici bir süreç başlamış oldu.
Arıcılık yapmanızın sanatsal bir yönü, amacı da var. Arılar ve sanat ile kurmuş olduğunuz bu köprünün detaylarını öğrenebilir miyiz?
2009 yılından bu yana ekolojik sanat araştırmaları ve uygulamaları yapıyorum. Organik Heykel isminde de sanatsal bir proje yürütüyorum. Bu proje kapsamında Kadıköy Acıbadem’deki Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kampüsünde evladiyelik tohumlarla doğal şehir bahçesi oluşturdum. İlk başlarda tohumun filizlenmesine mucize olmuş gibi hayran kalan bir şehirlinin hobi bahçesiydi bu. Evet! Bu, bir anlamda mucize! Fakat insanlar nasıl doğuyorsa tohumlar da asırlardır yeşeriyor ve bu doğanın “basit” bir devamlılığı, bir döngüsü. Oysaki insanın doğuşu da, bir domates tohumunun yeşermesi de aynı derecede hayranlık uyandırmalı. İnsanın kendisini ekolojik çevresinden, doğasından soyutlayıp sadece bir tohumun yeşermesine hayran kalması süreç içerisinde naif ve dramatik bir şekilde duygusal görünmeye başladı. Aslında bu durumun, bir şehirli olan benim kendi doğamdan ne kadar uzaklaşmış olduğumun farkına varmamı sağladı. Zaman geçtikçe, şehir bahçesi kendi farkındalığımı artıran bir hobi bahçesinden, ekolojik farkındalık yaratmayı amaçlayan sanatsal bir projeye dönüştü.
Sanat, aslında kendisini genel anlamda, farklı bir dil, metafor yaratma adına, konu ettiği gerçeklikten uzaklaştırmaya çalışır. Bu bir anlamda kendi gerçekliğini yaratmaktır. Diğer bir anlamda sanat, bulunduğu gerçekliğinden uzaklaştırarak bir fikri ifade etme biçimidir denilebilir. Oysa ben bunun tam tersini yapmaya çalışıyorum. Yani metaforik değil açık bir dil kullanmaya çalışıyorum. “Miş” gibi yaparak değil de açık ve doğrudan doğruya sanat gibi görünmeyecek, başka bir alanda ve mekanda hobi gibi görünecek bir uygulamanın ekolojik bir amaç uğruna sanat olduğunu iddia ediyorum. Örneğin burada sanat, Organik Heykel Projesi kapsamında bir sanatçının doğal şehir bahçesi oluşturması, sürdürülebilir bir bahçe için kompost yapımı, bio-karbon üretimi, tavuk beslemesinden arıcılığa kadar bir dizi ekolojik faaliyettir. Burada sanat, sanat hakkında bir bilgi birikimini saymazsak, aynı zamanda ekolojik faaliyetleri yapabilmek için yeterli araştırmaları yapmak, teorik ve pratik bilgi donanımına sahip olmak için harcanan zaman ve emektir. Yani benim için sanat, sadece bir atölye mekanında (v.s.) yapılıp başka bir mekanda sergilenecek bir obje olmaktan daha farklı bir ekolojik sorumluluğa dönüşmüş durumda. Bütün bu oluş sürecine ve etkinliklere disiplinlerarası bir heykel, yatay düzlemde devam eden bir anıt, bir performans sanatı olarak da bakılabilir.
Şehir yaşamına ve toplumun şehir algısına aykırı görünmesine rağmen ekolojik çalışmalar yürütmek bu projenin bir amacı. Şehrin ortasında tavuk kümesi yapmak ve komşuların ve akademisyenlerin şikayetlerine rağmen 10 ile 40 arasında tavuğu beslemek, yumurtalarını almak ve zaman zaman bu yumurtaları öğrenci ve akademisyenlere dağıtmak bu işin bir parçası. Yine aynı şekilde “şehirde arı olur mu?” algısına rağmen gizli arıcılık yapmak bu sanatın parçası. Bu, kabul görmüş sanat anlayışlarının aksine karşıt bir sanat dili oluşturma adına da yapılmaktadır. Tabii bu, kabul görmüş sanat anlayışından uzaklaşarak dünyamızın ekolojik gerçekliğine dikkat çekmek adına dolaysız, “miş” gibi yapmadan oluşturduğu dil, sadece benim icat ettiğim bir dil, bir yöntem değil! Sanat dünyasında 1960’lardan günümüze yayılan “ekolojik sanat” adında bir eğilimden söz etmek mümkün.
Sonuçta, bu projenin sanatla olan bağı bir sanatçı olarak bizzat bu ekolojik projeyi yürütüyor olmanın yanı sıra, elde edilen tohumların dağıtılması, tohumların sanat eseri olarak sergilenmesi, tavuklarla yapılan performanslar ve bazı fotoğraf çalışmalarını da sayabiliriz. Son olarak da şehirde arıcılık yapmaya başlamamla İstanbul metropolünün gizli arıcılarına katılmış oldum. Şunu da eklemeliyim, arıcılığa başlamamla İstanbul’daki gizli arıcıların düşünmediğim kadar fazla olduklarının farkına vardım. Dünya şehirlerinde, şehir merkezlerinde arıcılık yapılması için yerel yönetimler destek verirken Türkiye’de şehir merkezlerinde kısıtlamalar ve engellemeler var. Önümüzdeki günlerde bu konu üstüne gitmek istiyorum. Bunun için de bazı heyecan verici fikirlerim var. Belki Buğday Derneğiyle birlikte bir proje yürütebiliriz! Neden olmasın?
Elbette, olabilir. Peki, arıcılık yaparken nelere dikkat ediyorsunuz? Uyguladığınız, denediğiniz yöntemler ve sonuçları nelerdir?
İlk aklıma gelen şey onların yanında sakin ve sabırlı olmak. Diğer önemli konu, kovanı açarken, kapatırken, bakımlarını yaparken ölmelerine sebep olmamak. Acele etmeye alışmış bir şehirli için o kadar zor ki sakin olmak. Arılara bakacağım gün hiç kimseye buluşma ya da bir şeyler yapma sözü vermemeye çalışıyorum. Yoksa yetişme, bir şeyler yetiştirme duygusunu, telaşınızı ya da sinirliyseniz arılar bunu hissediyorlar. Arılarla birlikte olmak meditasyon yapmak gibi bir şey. Aranıza başka bir şey girmemeli ve o anda olmalısınız. Diğer yandan hobi arıcılık için bu kolay söylenebilir de, bu işi onlarca kovanla yapan profesyonel arıcılar için kolay olmasa gerek.
Ayrıca bol bol gözlem yapmaya ve onları anlamaya çalışıyorum. Başarabilmiş değilim ama, kovana da fazla müdahale etmemeye çalışıyorum. Arılar için olumsuz gibi görünse de, arıcının özgüven ve deneyim kazanabilmesi adına müdahaleler ilk yıl kaçınılmaz gibi. Dolayısıyla müdahalesiz arıcılık o kadar kolay bir durum değil. Arıcı için özellikle Varoa paraziti gibi bir yok ediciyle imtihanı adına ilk yıllarda bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. Olmalı mı, o ayrı bir şey. Bunu önümüzdeki yıllarda daha iyi anlayacağım.
Diğer önemli bir konu da, kovanda Varoa gibi zararlılarla ve hastalıkla mücadele ederken doğal yöntemler kullanıyorum. Örneğin bunlardan biri Varoa için biyolojik yöntem denilen erkek larvaların kovandan uzaklaştırılması. Başka bir şey de, arıların bağışıklıklarını da artıracak doğal aromatik su ya da yağ karışımları uygulaması yapıyorum.
Bunlar benim çok işime yarayan uygulamalar oldu. 2017 Ekim ayından Aralık ayının sonuna kadar ki süreç içerisinde sadece bir kovandan 3 bin Varoa kenesi düştü. “Kovanın izdüşümü” dediğim bir yöntemle, gözlem yapıp, Varoa’ları tek tek saymaya çalıştığımı söyleyebilirim.
“Kovanın izdüşümü” nasıl bir yöntem?
Polen çekmecesi bulunan modern kovanlarda, çekmeceye yerleştirilen açık renkli, mümkünse yapışkanlı bir karton ya da kağıt üstüne kovandan düşen parçaların, cisimlerin analizinin yapılması. Örneğin kovanın içinden düşen yavru gözü kapağı parçacıklarında kraliçenin bir süre önce yavruladığı ve yavruların da çıkmaya başladığı analizini yapmak mümkün; ya da arılardan kağıt üstüne düşen Varoa sayısı belirlenebilir.
3 bin varoa kenesi. Çok değil mi?
Tabii, bir kovan için çok ama çok büyük bir sayı. Ben arı mı besliyorum Varoa mı anlamadım! Varoa popülasyonu hakkında birkaç analiz yapmak mümkün fakat burada konumuzu aşar ve uzatır.
Uygulamalar yaparken dikkatli ve ölçülü olmalı. Arıların davranışları iyi gözlemlenmeli. Arılar güçlü canlılar olsa da hassas koku alma duyusuna sahip olmaları gibi özellikleri bulunan canlılar. Bazı uygulamalarımda üzülerek arı ölümlerine de sebebiyet verdiğimi söylemeliyim.
Şu an arılarınızın durumu nedir? Kaç kovanınız var?
Şu anda bir kovanım var. Tecrübesiz ve acemice uygulamalarıma rağmen arılarımın durumu o kadar iyi ki! Bana rağmen yaşıyorlar! Yanlış uygulamalarımdan sonra yaşam alanlarını düzeltip, temizleyip hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar. Biraz abartılı gelebilir ama bence ilk yıllarda arının cinsinden değil arıcıdan korkmalı! Her geçen gün bal arılarına hayranlığım bir kat artıyor. Bu hayranlığı tavuklarım için de hissetmiştim. Bu canlılar doğada nasıl sağ kalacaklarını biz insanoğlundan daha iyi biliyorlar. Bu canlıların ölümü ya da yok olmaları için özel bir gayret içinde olmanız gerekir.
Şehirde arıcılık yapmak isteyenler için verebileceğiniz bir tavsiye var mıdır? Olumlu ve olumsuz yönleri neler?
Şehirde arıcılık yapmak isteyenler için en büyük dezavantaj çevre sakinleri ve komşulardır herhalde. Komşuları bir şekilde kazanmanın yolları bulunmalı. Tabii “gizli arıcılık” yapılmayacaksa! Bunu söylemek Şehrin Gizli Arıları ve Arıcıları için biraz ironik gibi gelse de şehirli arıcılar komşularla iyi iletişim içinde olmalı ve onları ikna etmeye çalışmalı. Zabıta gelince buna ihtiyaçları olacak. Benim öten horozlardan rahatsız olan bir komşumla iletişim kurduğum oldu. Onlara projeyi anlatmış ve rahatsız olmamaları için tavukları sabahları 10:00’a kadar uzak tutacak özel otomatik saat ayarlı bir kümes kapısı yapmıştım. Sorunun büyük bir kısmı halledildi.
Kovan koyacakları yerin gözden uzak olması iyi olur. Teraslar ve çatılar bunun için ideal bir alan sağlayabilir. Hobi bahçelerinde ayrılacak birkaç m2’lik alan 1-2 kovan için yeterli olabilir.
Düşünülenin ve genel mantığın aksine şehirde arıcılığın kırsal alana göre birçok avantajları var. Örneğin şehirde tarım ilacı neredeyse hiç ya da kırsal alanlar kadar kullanılmıyor. Dolayısıyla şehirli arılar kimyasallardan daha az etkileniyorlar.
Şehirlerdeki hava kirliliğinin, egzoz gazının arılara ve bala olumsuz etkisi hakkında henüz bir makaleye rastlamadım. Bu konuda bilimsel makaleler araştırılmalı. Bazı şehir merkezlerinde ARGE ve eğitim amaçlı arıcılık yapıldığını ve ballarının da halka satıldığını biliyorum. Bal analizlerinde ağır metal kalıntısına rastlanmadığını söylüyorlar.
Yine düşünüldüğünün aksine bazı kırsal alanlar İstanbul gibi büyük şehirlerin bitki örtüsüyle karşılaştırıldığında daha fakir ve kuraklar. Özellikle yazın çiçeklerin solması ve kuraklık arılar için büyük problem. Parklardaki çiçekli peyzaj bitkileri ve su havuzları arıların faydalanabileceği kaynaklar olabilir. Fark etmiyoruz ama çevremizde çok sayıda arı bitkisi ve ağaç var; akasya, ıhlamur, defne, yabani kestane, erik ve elma ağaçları bunlardan sadece birkaçı. Şehirlerde bal arısı gibi polenleyici böcekler için arı bitkileriyle o kadar güzel düzenlemeler yapılabilir ki, belediyelere biraz hayal gücü gerek.
Çevrenizin, öğrencilerinizin arıcılık yapmanıza yaklaşımı nasıl?
İlk başlarda Fakülte’nin bahçesinde arı olduğunu çok fazla insan bilmiyordu. Zaman içerisinde haberleri oldu. Farklı tepkiler gelebiliyor. Genelde insanların ilk tepkisi arıların sokup sokmayacağı üzerine. Genelde “ya bizi sokarsa” korkusu hakim. İnsanların bal arılarını pek de tanımadıklarını düşünüyorum. Eşek arılarıyla sıkça karıştırılıyorlar. Arıların kendilerine yakın olması nedeniyle durduk yerde bir tür arı saldırısı olacak zannediliyor. Böylece benim için yeni bir sorumluluk da başlamış oldu! Çevreme sık sık arıları anlatma şansım oluyor. Biraz konuşunca arıların yaşam için çok önemli canlılar olduğu dile getiriliyor. Konu biraz daha derinleştikçe bal arılarına karşı genelde bir empati oluşuyor ve saygıyla bakıyorlar. Türkiye’de ailesinde arıcılık yapmış ya da yapmakta olan birçok insanla karşılaşmak mümkün. Şunu da belirmeliyim Fakülte içinde ekolojik sanat çalışmaları yapabilmemdeki en önemli destek Dekanımız Prof. Dr. İnci Deniz Ilgın’dandır. Kendisine burada teşekkür etmek isterim, izni olmaksızın bu çalışmalara devam edemezdim.
Balarılarına öğrencilerin ilgisi ve heyecanı var. Bu çok motive edici. Öğrencilerin bu ilgisini olumlu bir şekilde dönüştürmem gerekiyor. İleriki yıllarda bir ders kapsamında ekolojik konuları işleyebileceğimi ve bilgilerimi aktarabileceğimi düşünüyorum. Genç insanlara balarısı hakkında kısa da olsa bir ders verilip disiplinler arası çalışma yapmalarına fırsat tanınabilir.
Bu harika fikirlerinizi gerçekleştireceğinizden eminiz. Teşekkürler.
Sorularınızı cevaplamak benim için düşüncelerimi toparlamama çok faydalı oldu. Buğday Derneği’ne bana bu fırsatı verdiği için ben teşekkür ederim.
Benim için çok ufuk açıcı bir yazı oldu. Arıcılık eğitimini nerede aldığınızı öğrenebilir miyim? İzmir’deki konferansa katılamadım. Ama gizli arıcılık gitgide daha çok ilgimi çekiyor. Bunu kent ölçeğinde, evde denemek önemli.