Ekolojik yaşamaktan yorulmadınız mı?
Ekoloji, bağlantıları keşfetme bilimidir. Kendi doğamızla, potansiyelimizle, bize verilmiş becerilerle bağlantıya geçerek yaşamaktır ekolojik yaşam. Çünkü insan kendi doğal hâlini buldukça heves, merak ve tutku ortaya çıkar. Bu hisler kendisinin bütünle bağlantısını kurmasına yardım eder ve bütünü kavramaya adım atar böylelikle. Kendi doğasını bulan insan ne yapsa “ekolojik” olur.
Yazı: Güneşin Aydemir
İletişim ekibimizden Ayşik (Ayşe Nur) benden bir yazı istedi. Teselli mahiyetinde. Ben de yazayım diye oturdum bilgisayarın başına. Fazla düzene sokmadan yazacağım bir şeyler. Şimdiden uyarayım, bir giriş-gelişme-sonuç kaygısı taşımadan yazıyorum.
Yorgun gönüllere ortaya karışık bir teselli
Teselli kelimesini düşündüm. Bir baktım etimolojisine. Arapça “slw” kökünden geliyormuş. Unutturma, gönlünü alma manasına gelirmiş. Elbette daha derin anlamları vardır harf ilmine göre, sayfalarca yazabiliriz ama burada teselli ihtiyacından dem vuralım. Unutmak istediğimiz neler var hayatımızda? Unutmak isteyen kim? Malum, bir ben var benden içerü demiş Yunus Emre.
İnsan’ın hafızası, bilinci başına dert. Bir yanıyla da yapabildikleri, bu sayede. Deneyim ve bilgilerini üst üste koyarak, öncekini hatırlayarak geliyor geldiği yere. Buğdaygiller olarak tohumlara pek değer veririz. Geçmişin bilgileriyle bir domates tohumu, domates atalarının, yetiştiricilerinin, atıldığı toprağın, yetiştiği iklimin bilgisini ve deneyimini taşır bünyesinde. Saymaya kalksak bir tohum içindeki zamanı, kaybolur gideriz.
Victor’un babası (ki onun ismi de Victor idi ama biz ona Tata derdik, Victor gibi), her sofraya oturduğumuzda, tabağındaki yemeğe uzun uzun bakar kalırdı. Sonra, meraklı sessizliğimize cevap mahiyetinde “teşekkür ediyorum” derdi. “Sofraya gelene kadar eli değmiş herkese ve her şeye teşekkür ediyorum. Ve bitiremiyorum teşekkürleri, taa zamanın başlangıcına kadar gidiyor ucu, öyle ki yemeğe geçemiyorum”.
Her düşünce, her niyet de bir tohum gibi davranır özünde.
Durum böyle olunca, yemeği yemeye başladığında, yediği sadece tabağındaki kadar değildi. Tohumlar, tohumların ilk hâlinden bugüne kadar gelen bütün atalarının genleri, tohumları açtıran güneş, tohumları çürütüp içinden can çıkaran toprak, candaki ateş, yağmurla ya da yerin altından gelen su, afetler, gübreler, zehirler; hatta onları eken, bütün bu süreci organize eden, hasat eden, paketleyen, taşıyan, alan, pişiren, servis eden insan ve insanların duygusal hâli, emeği, niyeti de vardı yemeğin içinde. Durum çok bileşenli derken, zamanı ve mekânı aşkın bir bütünlükten bahsediyoruz. “Düşünmeden mideye indirdiğimiz her lokmada, kim bilir neler giriyor bünyemize?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Yediklerimiz şifamız olacağına illetimiz oluyor
Şimdi unutuversek bu silsileyi nasıl teşekkür edeceğiz? Hatta bırakalım teşekkür etmeyi, nasıl sindireceğiz?
Nitekim sindiremiyoruz. Yediklerimiz şifamız olacağına illetimiz oluyor bu şekilde. Mesele sadece sentetik zehirler de değil. Düşünsel zehirler de hasta eder, artık bunu biliyoruz. O nedenle sistem bütün olarak arınmalı, bunu savunuyoruz.
Kontaminasyon (bulaşan kirlilik) sadece bir son ürünün dokusundaki kimyasalda, taşındığı kasada, beklediği depoda değil, tüm boyutlarında gerçekleşiyor. Bu bütünsel arınma olmadan sadece kötünün iyisine teslim oluyoruz. O da tartışılır.
Bundandır sadece organik üretimin yeterli olmaması. Ya da tek başına onarıcı tarım yeterli değildir. Ya da sadece yoga yapmak, takas etmek, adil ticaretle uğraşmak, masal anlatmak, sanatla uğraşmak, bilimle uğraşmak yetmez. Hepsi mevzi birtakım düzeltmelerdir. Çünkü yaşamın kendisi kaotiktir, yani karmaşık hatta karmakarışıktır.
Ne yapıyor olduğumuzu bilsek dahi, aydınlanmış bir bilinçle baksak dahi, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceğimiz bir ağdır yaşam. Her ne yapıyorsak yapalım sonuçlarını tam olarak bilemeyeceğimiz için de büyüklerimiz “Allah rızası için” diye başlarlar işlerine. Burada Allah, o bilinemez olan, o büyük gizem, asla tahmin edemeyeceğimiz bütündür özünde, hepimizin oluşturduğu büyük akıldır. Hatta o akıldan da fazlasıdır. Zira bütün, parçaların toplamından her zaman daha büyüktür.
Yaptıklarımızın sonucunu küçük akıllarımızla bilmemiz mümkün değildir. Sadece iyi olması için niyet edebiliriz ve bu çok şeyi değiştirebilir, evet. İyi ve kötü nedir, üzerine günlerce konuşuruz elbette ama şimdilerde “bütünün hayrına” dedikleri şey bu olsa gerek. Ki biz niyetimizle ancak kendi zulmümüzden korunmayı dileyebiliriz. “Bir bütün var benden içerü” diyerek ufak bir dokunuş yapalım, haddimizi aşarak.
Doğa hiçbir şey için çabalamaz
Ekolojik yaşamla ilgili pek çok eğitim veriliyor: “Şöyle şöyle yaparsak ayak izimiz küçülecek. Dünyaya karşı sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Biz doğanın bir parçasıyız ve doğa hastalanırsa biz de hastalanırız”. Ya da, “kompost yaparsak, sıfır atık moduna geçersek, deterjan yerine sabun kullanırsak, az tüketirsek, kırsala yerleşip sarı kantaron yağı üretmeye başlarsak, çiftçi olursak, şiddetsiz iletişirsek… doğru davranış, doğru insan oluruz” gibisinden laflar, sözler.
Maalesef kötü haber şu ki, bunları yapınca doğa ile uyumlu bir yaşama geçiyor değiliz. Esasen bunları yapmalıyız evet, ancak bunları yapmak, doğayı anlama çabasının “doğal” sonuçlarıdır sadece. Vakti geldiğinde çaba göstermeden oluşacak olan doğal bir sonuçtan bahsediyorum. Her birini tek tek yapmaya çalışmak da çok yorucu bu arada. Çünkü çaba gerektiriyor. Doğa hiçbir şey için çabalamaz. Hatırlayalım; yangınlar çıktığında nasıl da teslim olmuştu. Bütün çabayı gösteren insanlardı.
Her sonucun pek çok öncesi olduğu gibi, bu sonuçların ortaya çıkabilmesi için de ön durum var. Özetle söylemek istediğim, bu eylemleri yaparak doğa ile uyumlu yaşıyor olmayız, biz doğa ile uyumlu bir “hâle” girdiğimizde bu eylemler ortaya kendiliğinden çıkar. Bunun için de işi gücü bırakıp kendimizi ekolojik yaşama adamamız gerekmiyor.
Ekoloji, bağlantıları keşfetme bilimidir. Kendi doğamızla, potansiyelimizle, bize verilmiş becerilerle bağlantıya geçerek yaşamaktır ekolojik yaşam. Çünkü insan kendi doğal hâlini buldukça heves, merak ve tutku ortaya çıkar. Bu hisler kendisinin bütünle bağlantısını kurmasına yardım eder ve bütünü kavramaya adım atar böylelikle. Kendi doğasını bulan insan ne yapsa “ekolojik” olur.
Yapmamız gereken, her ne yapıyor isek oradaki “doğal” hâlimizi bulmak. (Doğanın da öyle çok fazla kuralı yok ha, üç beş kuralla böyle muazzam bir yaşam sistemi yaratıyor, mucizesi burada). Kendi doğal hâllerini bulan zatlar, şu sıralar her şeyden çok ihtiyacımız olan bir alan oluşturur: Huzur. Doğanın huzur vermesi de bundandır. Bu zatlar aynı zamanda kendilerini doğal hâllerinden uzaklaştıracak her türlü eylemi reddederler, yaptıkları her şeye huzur bulaştırırlar ve ancak böyle insanlar kendilerine bir dünya inşa edebilirler.
Her şey her an değişiyor
Geceleyin uyku aleminde dağılmış zihnimi toparlamak için sabahlarımı kendime ayırıyorum. Odamın penceresinden boş boş bakıyorum. Gökyüzüne, yeryüzüne, üzerindeki ağaçlara, ağaçların üzerindeki kuşlara, uçan böceğe. Kahvemi yudumlarken, sokaktaki sesleri dinliyorum. Kuşlar, köpekler, kediler, uyanan insanlar, yaprakları kıpırdatan rüzgarla selamlaşıyorum. Yazının giriş cümlesine bağlamak için yazdım bunları da.
Geçmişimde, hem ben Güneşin olarak, hem de insan güneşin olarak, sabahtan akşama kadar inkâr etmek ve taş gibi unutmak istediğim çok şey var. Zaaflarım, çekişmelerim, bana kendimi kötü hissettiren her şeyi unutmak istiyorum, hatta olanların olmamış olmamasını isteyecek kadar da hadsizim. Ama penceremden baktığımda her şeyin her an değişmekte olduğunu, her değişimin bir önceki hâl ve hareketle bağlantılı olduğunu görüyorum. Bu durumda ben unutsam ne yazar, bütün sistem hatırlıyor olanları. Her yaptığım kayıtlı, hatta her düşünce kırıntım bile.
Düşünmeden edemiyorum, unutmaya verdiğimiz enerji ve emeği, olanı kabul* etmeye verseydik; her durumu yeni bir başlangıç olduğu kadar daha önceki sürümün bir uzantısı olarak görebilseydik; hatta bu yolla unutmak istediğimiz her şeyi yeni doğan günümüze yaren, eşlikçi, vesile etseydik, neler değişmezdi dünyamızda?
İşte benim tesellim burada.
*Kabul etmek genellikle boyun eğmek ile karıştırılıyor. Ben burada kabul etmeyi, tam olarak özgürlüğü ele almanın ve hayalini kurduğumuz bir geleceği hikâye etmenin ön koşulu olarak kullanıyorum. Arz ederim.
Yazı: Güneşin Aydemir
Fotoğraflar: Arzu Kutan
uzun zamandır rastlamadığım bir üst farkındalıkla yazılmış bir yazı idi. gönlünüze sağlık…
Muhteşem… Gönlünüze sağlık.
normal şartlar altında her şey aynen bu pürüzsüzlük ve çabasızlıkta gerçekleşmeli evet, fakat ben, şartları zorladığımız zamanın geçtiğini ve artık şartlar tarafından zorlandığımız berbat bir zamanın içine bir anda düştüğümüzü görüyorum. şöyle hafif bir mesafe alıp görüş alanını biraz daha büyütünce bunu herkesin görebileceğini de düşünüyorum.
doğa ile uyumlu bir yaşamın doğal sonuçları olduğunu kabul ettiğimiz tüm bu hallerin, anın şartları doğrultusunda, bizi o uyumlu hale güç bela ulaştıracak kinetik hareketler olduğunu düşünüyorum. evet, söylendiği gibi çok efor isteyen şeyler ve artık tüm bu ögelerin içinden tek birini seçerek sorumluluk devredecek halde olmadığımızdan çok daha yorucu olacak.
bunun sorumluluğunu kabullenmek de yine insanın yapması gereken ahlaki bir iş.
Çok güzel bir deneme olmuş
Kabul etmek, sevmektir.
nasıl keyifle okudum. kabulün hafifliği yayıldı içime. tam da ağaçların yapraklarını hiç direnmeden döktükleri mevsiminde … kaleminize sağlık.
Farkındalık dolu ufuk açıcı bu yazı; kendimi hevessizce yaptığım doğama uymayan eski işimden azad edip huzuru, tutkuyu ve canlılığı içimde hissettiğim yeni meşguliyetlerimle birlikte oluşan halime tanıklık ettiğim bu günlerde öyle çok şey ifade etti ki. Kaleminize sağlık. Ben sizin bütün sisteme etkinizin büyük olduğuna inanıyorum. Bu nedenle dilerim ki çok yaşayın, çok fikir üretin ve çok yazın.