Doğanın genetik hazinesinden kim kazançlı çıkıyor? Küresel ‘biyokorsanlık’ mücadelesinde milyarlar söz konusu
Çok uluslu şirketler ve araştırmacıların dünyanın dört bir yanından topladığı nadir organizmalardan elde edilen genetik bilgiler dijital dizilime bilgilerine (digital sequencing information – DSI) dönüştürülüyor. Küresel güneydeki ülkelerde ise topraklarında bulunan kârlı genetik kodların karşılıksız kullanılması öfke yaratıyor. Doğal dünyanın genetik verilerinin kime ait olduğu ve bundan elde edilen milyarlarca dolarlık keşiflerden kimin yararlanması gerektiği konusunda uluslararası bir tartışma söz konusu.
Sıcak yaz güneşine rağmen, Kuzey Yorkshire’daki Ribblehead taş ocağının durgun su birikintileri ve sert kaya yüzeyleri, yapay zekâ sanayi devriminin olası bir sınır noktası gibi hissettirmiyor. Parçalanmış kayalardan fışkıran bir şelalenin yanında duran Bupe Mwambingu, şelalenin arkasındaki yeşil balçığa uzanıyor ve elinde bir avuç yosunla geri çıkıyor.
Kayaların üzerinde tehlikeli bir şekilde dengede duran araştırmacı damlayan kütleyi GPS koordinatlarını ve asitlik, sıcaklık ve ışık maruziyetini telefon uygulaması üzerinden not eden meslektaşı Emma Bolton’a uzatıyor.
“İyi dikkat et,” diyor Bolton, Mwambingu’nun şelalenin kenarında sallanmasına bakarak, ve daha fazla kir ve pislik aramak için eski kireçtaşı ocağının başka bir kısmına doğru ilerliyorlar.
Londra merkezli startup Basecamp Research için çalışan bu ikili, kayaların köşe bucaklarında gizlenen organizmalardan genetik bilgi topluyorlar. Eskiden, nadir bulunan bir liken, mikrop ya da mantarı kullanarak yeni ürünler geliştirmek isteyen bilim insanlarının, bu organizmaların doğal yaşam alanına gitmeleri ve örnek toplamaları gerekirdi. Artık, bu organizmalardan elde edilen genetik kodlar her zaman dijital olarak kullanılmak üzere, dijital dizileme bilgileri (digital sequencing information – DSI) adıyla bilinen genetik imzalara dönüştürülüyor.
Bu dijital veriye dönüştürme, doğal dünyanın genetik verilerinin kime ait olduğu ve bundan elde edilen milyarlarca dolarlık keşiflerden kimin yararlanması gerektiği üzerine uluslararası bir tartışmayı ortaya çıkarıyor. Ekim ayında dünya liderleri, bu konuda dünya çapında bir ilki başarmak için Kolombiya’nın Cali kentinde düzenlenecek Küresel Biyolojik Çeşitlilik Zirvesi Cop16‘da bir araya gelecekler.
Dünyadaki biyolojik çeşitliliğin büyük bir kısmına ev sahipliği yapan düşük gelirli ülkeler bu anlaşmanın yağmur ormanlarını, gölleri ve bu tür organizmaların yaşadığı okyanusları korumak için milyarlarca dolar akıtmasını umuyor.
Her yıl bu konuda risk altında olan yeni örnekler ortaya çıkıyor. 1966 yılında Yellowstone milli parkındaki gayzerlerde keşfedilen ısıya dayanıklı Thermus aquaticus bakterisi, Covid-19 testlerinde kullanılan polimeraz zincir reaksiyonu sürecinde DNA’nın hızla çoğaltılması için kritik bir bileşen haline geldi. Plastik yiyen bakteriler, geri dönüşüm için bir atılım sağlayabilir.
“Çok fazla bakteri ve yeni tür var, gerçekten çığır açıcı uygulamalar.” Emma Bolton, araştırmacı
Alzheimer hastalığı tedavileri için kardelenlerden sentezlenen bir ilaç geliştiriliyor ve araştırmacılar, kestane yapraklarındaki moleküllerin ilaçlara dirençli bakterileri etkisiz hale getirip getiremeyeceğini inceliyorlar. Bolton’un lösemi hastası olan kız kardeşi, deniz süngerinden elde edilen bir ilaçla tedavi ediliyor.
Bolton, “Eskiden etrafta dolaşır ve baktığım her küçük şeyde ne kadar biyolojik çeşitlilik olduğunu pek fark etmezdim. Şimdi her şeyden örnek almak istiyorum” diyor. O ve Mwambingu, volkanın kenarında bulunmuş gibi görünen kırmızı ve sarı tonlarıyla kaplı sığ bir havuza doğru ilerliyorlar. Tekrar durup örnek alıyorlar.
“Çok fazla bakteri ve yeni tür var ve… gerçekten çığır açıcı, hayat kurtarıcı uygulamalar,” diye ekliyor.
Bu taş ocağında toplanan mikroplardan elde edilen dijital genetik kodlara erişim, bir gün milyarlarca sterlin değerinde olabilecek potansiyel yeni ilaç keşifleri, proteinler ve malzemeler üreten yapay zekâ modellerini beslemek için satılacak.
Şirketlerin, dijital biyolojik çeşitliliğe erişim karşılığında ödeme yapma zorunluluğu yok, bu erişim kârlı ticari keşiflere yol açsa bile. Sanayide çalışan bilim insanları, dijital biyolojik çeşitlilik verilerine dair büyük veritabanlarına ücretsiz erişebiliyorlar, ancak bu bilgilerin çoğu zaman köken aldığı ülke bile belirtilmemiş oluyor.
Doğadan elde edilen verilerden kim kazanç sağlayacak?
Doğadan elde edilen verilerin etik kullanımı ve bundan kimin kazanç sağlaması gerektiği üzerine tartışmalar şiddetli. Doğal dünya, özellikle tıp alanında, uzun zamandır ticari keşiflerin temelini oluşturuyor.
Ancak bazı ülkelerde, biyolojik çeşitliliklerinin dijital dizileme yoluyla ilaç şirketleri ve diğer sektörler tarafından kâr amaçlı kullanılmasına karşın, bu kârlardan pay alamamaları nedeniyle artan bir öfke var. Bu ülkeler, genetik bilgiyi toplayıp ticarileştirenleri “biyokorsanlık” yapmakla suçluyorlar. Ve bir çözüm öneriyorlar: DSI (dijital dizileme bilgileri) alışverişini düzenleyecek küresel bir sistem oluşturulması ve şirketlerin kullandıkları genetik bilgi için ödeme yapmaya zorlanması.
Bu konudaki gerilimler, 2022’de Montreal’deki uluslararası biyolojik çeşitlilik müzakerelerinde patlama noktasına geldi. Bazı ülkeler, bu sorunu çözme çabaları gösterilmezse görüşmelerden çekileceklerini dile getirdiler. Sonunda ülkeler bir fon oluşturulması konusunda anlaştılar. Ancak fonun nasıl çalışacağına dair ayrıntılar hâlâ belirsiz ve bu konu, Kolombiya’daki zirvede en fazla bölünmeye yol açacak meselelerden biri olacak.
Bu mesele, uzun süredir devam eden BM biyolojik çeşitlilik müzakerelerindeki gerilimlerin merkezinde yer alıyor. Küresel kuzey ülkeleri doğa korumaya odaklanmayı savunurken, küresel güneydeki birçok ülke, doğanın sürdürülebilir şekilde nasıl ekonomik kalkınma için kullanılabileceğine odaklanılmasını istiyor.
“Doğayı yok etmektense ona sahip çıkmayı daha kârlı hale getirmek her zaman eksik olan şeydi.”
Pierre du Plessis, Cop15 müzakerecisi
Herhangi bir anlaşma önemli zorluklarla karşı karşıya. DSI’nin (dijital dizileme bilgileri) faydalarını izlemek ve dağıtmak için küresel bir sistem kurmak milyonlarca dolara mal olabilir ve bu paranın nereden geleceği konusunda pek netlik yok. Ne üzerinde anlaşılırsa anlaşılsın, yasal olarak bağlayıcı olmayacak ve uygulama, hükümetler ve çok uluslu şirketlerin iyi niyetine bağlı olacak.
Cop15’te Namibya adına müzakere eden ve Afrika ülkelerine DSI konusunda danışmanlık yapan Pierre du Plessis, “Tüm mesele, Cop kararlarının yasal statüsü etrafında dönecek,” diyor. “Bir Cop kararı alınacak ve ondan sonra, herkesin uyumlu bir şekilde hareket edip bunu biyolojik çeşitliliğin korunması için bir kaynak mobilizasyon aracı haline getirmesi gerekecek.
“Bu BM sözleşmesi kabul edildiğinden beri eksik olan şey, doğayı yok etmektense ona sahip çıkmayı daha kârlı hale getirmek,” diyor. “İnsanların bunun doğru olan şey olduğunu göreceğine dair hâlâ iyimserim.”
Şimdilik, bazı ülkelerin DSI’ye (dijital dizileme bilgileri) erişimi kısıtlamaya başlayabileceği tehdidi, tartışmanın üzerinde asılı duruyor. Covid-19’un genetik kodunun paylaşılması, aşıların hızlı bir şekilde geliştirilmesi için hayati önem taşıyordu ve bu tür kısıtlamalar, gelecekteki bilimsel araştırmaları engelleyebilir. Üniversiteler, araştırma kurumları ve şirketler de veri kullanımları nedeniyle artan itibar riskleriyle karşı karşıya.
2019’da, Cambridge’deki önde gelen genetik laboratuvarı Wellcome Sanger Enstitüsü, Afrikalı DNA’sını kötüye kullanmakla suçlandı ve bir ihbarcının, DNA bilgilerinin ticarileştirilebilecek bir tıbbi araştırma aracı geliştirmek için kullanıldığını iddia etmesinin ardından, güney Afrika’daki yerli topluluklardan topladığı örnekleri geri vermesi istendi.
2000’lerin başlarında, Kenya Yaban Hayatı Servisi, Genencor ve Procter & Gamble’a karşı yasal işlem tehdidinde bulunmuştu. Kenya’daki bir soda gölünden elde edilen enzimlerin bir deterjanda kullanıldığı iddia ediliyordu.
Basecamp gibi şirketler, araştırmacıların ve firmaların bu tür anlaşmazlıklardan kaçınmalarına yardımcı olmak için kurulmuştur. Basecamp’in sistemine göre, biyolojik çeşitlilik alanının sahibi, ticari bir keşfe başarılı bir şekilde katkıda bulunursa, bir telif hakkı alır. Bu sistem, Cali’de müzakere edilmesi beklenen benzer bir sistemin gönüllü olarak uygulanmasıdır.
Veri bilimcilerden ve profesyonel kaşiflerden oluşan ekibiyle şirket, İzlanda’daki buzul bölgelerinden, Malta açıklarındaki denizaltı bölgelerinden ve Kosta Rika’daki ulusal parklardan örnekler toplamış, mikroplardan elde edilen verileri tek bir merkezde bir araya getirmiştir. Son üç yılda Silikon Vadisi’nden önemli bir destek çekmeyi başarmıştır.
Basecamp, ticari bir keşif sürecine giren örneklerin alındığı yerlere telif hakkı ödemeye şimdiden başladı. Wild Ingleborough doğa restorasyon projesi tarafından yönetilen Ribblehead, mütevazı bir £250 ödeme aldı, ancak bu miktarın ticari ürün geliştikçe artması bekleniyor.
“Gerçekten şaşırtıcı,” diyor Wild Ingleborough‘da rezerv yöneticisi olan Andrew Hinde. “Dünyanın en egzotik yeri olmayabilir ama bu nadir biyolojik çeşitlilik parçalarını üretebiliyoruz gibi görünüyor.”
Haber: Patrick Greenfield – The Guardian
Kapak Fotoğrafı: Rebecca Cole – The Guardian
Çeviri: Özlem Gürtunca