Victor’un Buğdaylarıyız
Merve Kanak, 16-21 Temmuz tarihlerinde Bir Tohum Vakfı tarafından Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nde gerçekleştirilen Kırsal Yaşama Geçiş Temel Eğitim Kampı’na dair izlenimlerini yazdı.
14 Temmuz gecesi hayatımda ilk kez kamp yapmak üzere yola çıktım. Yaşları 18 ile 28 arasında değişen yaklaşık 25 genç olarak Çamtepe’de buluşacaktık. Bir yandan düşünüyordum: “Acaba anlaşır mıyız? Keyifli geçer mi? Uyku tulumum üşütür mü?” Çamtepe’den ayrılırken gözlerimiz dolacak kadar iyi anlaştık, dersler ve uygulamalar çok keyifli geçti, pike dayanışmasıyla üşüme sorunumu hallediverdik.
Ben, Duygu ve Hilal Çamtepe’ye ilk gelenlerdendik. Çadırlarımızı Çamtepe’nin insana hasret kedisi Parsifal’in sabotajlarına rağmen el birliğiyle kurduk, binayı gezdik, ağaç evde dinlendik. Kızılçam ağaçlarının altında aramıza katılanları selamladık. Sohbetlere daldık. İlk günümüz çadır kurmakla, Esenay’ın enfes yemekleriyle tanış olmakla, ateş etrafında sohbetle, ukulele eşliğinde şarkılarla geçti.
Eğitimin amacı kırsala göçmek ve topraktan üretim yapmak isteyen gençlere temel bilgiler vermekti. Şiar ve dilek ise ‘Gençler kırsala’ idi. Sabah dersleri sekizde başlıyordu. İlk günün teması doğa olarak belirlenmişti; bugünün konularından sorumlu Güneşin’di. Tanışma çemberiyle başladık. Çemberde isimlerimizi öğrenmeye çalıştık; şimdiye dek neler yaptığımızdan, amaçlarımızdan ve umutlarımızdan bahsettik. Ardından Güneşin temiz hava ve yorgunluktan şaşkına dönmüş bedenimizi ve zihnimizi harekete geçirmek için beden perküsyonunu gösterdi, grupla uyumu ve kendini bir işe vermenin aslında ne kadar basit olduğunu keşfettik. Öğrendiklerim biraz piştikten sonra fark ettim ki, bedenin ve sesin de doğaya, doğanın bir parçası olan insana ve örüntünün büyülü dünyasına giriş yapmak için iyi bir fikirmiş. İlk günün akşamı biraz yorgunlukla ve ateş başında sessiz sinema, bir de Esra’nın sakinliğine tezat küçük bir çıyan krizi ile sona erdi.
İkinci günün başlığı ‘Barınak’tı. Konu başlığı Burhan’a emanetti. Önce alet ve makinaları tanıdık, nasıl kullanacağımızı öğrendik. İş güvenliği ve sağlıklı alet kullanımının inceliklerini anlattı Burhan. Ardından barınma ihtiyacına dair aklımızda yer eden her soruyu yanıtladı. Temel bilgileri edindikten sonra sıra geldi uygulamaya. Herkes bir iş tuttu: Bir kısmımız o günün mutfak gönüllüsü olduğu için yemek hazırlığındaydı, bir kısmımız yükseltilmiş yatak yapıyordu ve pozitif ayrımcılık yapma amacı güdülmemesine rağmen, bir tesadüfle ocak yapımında birleşen/pişen bir grup kadın vardı.
Üçüncü güne geldik. Artık çadıra alışmıştım, rahat uyuyordum. Rüya bile gördüm! Üçüncü günümüzde Timuçin toprak anlatacaktı. Benim en son lisede aldığım Biyoloji dersine ve bugün mini mini bir sosyal bilimci olmama bakarsak, nereden merak saldığımı anlayamadığım ancak artık büyüsüne kapıldığım derya deniz bir konu, toprak. Toprak çeşitleri nedir, sağlıklı toprak nasıl olmalı, bakteriler ne yapar, toprak altındaki mantar ağı nasıl iletişim sağlar diyerek temel sorularla başlayıp kompost çeşitleri, azot-karbon oranı, kompost ısısı, etkin mikroorganizma, kompost çayı tarifi derken kendimizi daha karmaşık bir sistemin içinde bulduk. Sanıyorum, doğada bütünü anlamanın parçayı kavramadan geçtiğini de öğreniyorduk.
Öğle arasında Mıhlı’nın buz gibi sularına kavuştuk, üzerimizde Büyük Anadolu Yürüyüşü’nden kalan ve Burhan’ın bize hediye ettiği “Kazdağı’nı Vermeyoz” yazılı tişörtle: Anadolu’nun dereleri özgür aksın, Kazdağı’nın üstünün altından daha değerli olduğu anlaşılsın diye. Döndüğümüzde bir de sıcak kompost yaptık hep birlikte. Ara ara bebeğinin banyo suyunun sıcaklığını dirseğiyle kontrol eden anne babalar gibi kompostun ne kadar ısındığını kontrol ettik. Akşam yemeğinden sonra önce orman banyosu yaptık. Orman banyosu, duyularımızı açık tutarak doğayı keşfetme yani bir ‘anda kalma’ oyunu aslında. En azından ben böyle tanımlıyorum. Duyulara göre gruplara ayrıldık. Görevimiz bize hangi duyu verildiyse onun estiği rüzgarla şiir yazmak ve çemberde okumaktı. Orman banyosu bittiğinde çemberde toplaştık, şiirlerimizi okuduk. Sonra Çamtepe’yi emek emek işleyen Victor’dan bahsetti Güneşin. Biz Victor’un Yaşam Dönüşümdür kitabından bir sayfa numarası söylüyorduk, Güneşin okuyordu. Victor’un ruhunu onurlandırmak, içimizde bir yerlerde varlığını hissetmek, hiç tanımadığımız Victor’un bireysel hikayelerimize dokunması çok tuhaf bir duyguymuş. Kelimelerle ifade edilemeyecek, yalnızca anlaşılabilecek bir duygu: Sarılmak gibi.
Dördüncü güne uyandık. Volkan, topraktan üretimle ilgili bazı kelimeler hazırlamıştı. Bir tasın içinde kura ile seçtiğimiz kelimelerin ne anlama geldiğini ayrıntılarıyla açıkladı, sorularımızı yanıtladı. Ardından biraz daha işi kalan yükseltilmiş yatağı düzenledik birlikte. Bu sırada bir kısmımız fırının ilk ateşini yaktık ve damak zevkinin sırrına bir türlü vakıf olamadığımız Esenay’ın kardığı hamurdan chapati ekmeklerimizi pişirdik. İlk defa ateş yakmıştım, üstüm başım is kokuyordu, bu sırada Sevgi Abla kadın ve ateş üzerine yerel deyişleri sıralıyordu: Ne de olsa Prometheus’la yakın memleketin çocuklarıyız. Akşama yorgun argın bir avuç insan önce yemeğe, ardından müziğe daldık.
Ertesi sabah Güneşin’le ve Adana’dan Çamtepe’ye gelen Serdar’la başladık güne. Yaşamda sadeleşmeyi, yeter kavramını, kırsalda ve evde yaşamı, tüketim alışkanlıklarımızı konuştuk. Değişimin bir adımla başladığına çoktan kanaat getirmiş insanlar olarak kendimizi alternatifleri konuşurken bulduk. Halihazırda hekimlik de yapan Serdar ilkyardım tekniklerini öğretti. Sevgi Abla’nın hikayesini dinledik, bir yandan Sevinç Abla’nın kendi ürünüyle yaptığı pestili ağzımızın suyu aka aka yerken köydeki çiftçi kadınları nasıl bir araya getirip erkeklerin çoğunlukta olduğu Bursa’daki Tarım Fuarı’na götürdüğünü öğrendik. Bu sırada erişteler kesiliyor, yoğurtlar kontrol ediliyor, mutfaktan güzel kokular yükseliyordu. Akşam aramızdan erken ayrılmak zorunda olan arkadaşlarımızla vedalaştık. Uras’ın (5) deyimiyle ‘sihirli’, bizce de gizli arkadaşımızın kim olduğunu öğrendik. Ardından İstanbul’dan aramıza katılan Cenk ile ses meditasyonu yaptık, başka dünyalara daldık.
Ve geldik son güne… Kırsalda bir topluluk oluşturmak veya var olan toplulukla ne yapabileceğimizi konuştuk. Ekonomik faaliyetler, ihtiyaçlar, topluluk hukuku gibi konuları konuştuk. Adana’dan, Kazdağları’nden ve İzmir’den örnekleri dinledik. Kazdağları’na yerleşen yeniköylülerle sohbet etme şansımız oldu; kırsala geçişi, zorlukları ama en çok da sürdürülebilir bir dünya için atacağımız adımların ne kadar kıymetli olduğunu konuştuk.
Erken ayrılmak zorunda olanlarımız için yine veda vaktiydi. Eşyalarımızı el birliğiyle taşıdık, tek tek vedalaştık, mutlaka bir yerlerde yolumuzu kesiştirmeye söz verdik ve mutlu anılar, biraz da gözlerimize dolan yaşlarla ayrıldık Çamtepe’den. Hikâyeyi başlatan şeyin yalnızca bir hayalden ve üretmekten mürekkep olduğunu anladık. Kırsalda yaşama arzusunu hem felsefesiyle hem de teknik bilgilerle kalbimize nakşeden herkese, en başta ektiği buğdayların içimizde filizlendiğini hissettiğimiz Victor’a minnettarız. Kırsalda da şehirde de olsak biz artık iflah olmayız: Victor’un buğdaylarıyız.