Türkiye’de Sürdürülebilir Arıcılık
Şamil Tuncay Beştoy’un (Çevre ve Arı Koruma Derneği – ÇARIK) “Türkiye’de Sürdürülebilir Arıcılık” başlıklı aşağıdaki yazısı Arıcılık Gazetesi‘nin Ağustos 2018 sayısında yayımlanmıştır.
Sorunlar
Türkiye’de arıcılığın en önemli sorunları olarak sistemli bir arıcılık altyapısının yokluğu, arıcıların teknik bilgi yetersizliği, arı hastalıklarıyla mücadelede yanlış uygulamalar, yoğun ve yanlış sentetik kimyasal tarım ilacı kullanımı, bölgelere has saf arı cinslerinin kaybedilmesi, habitat kaybı ve küresel iklim değişikliği öne çıkıyor. Bütün bunların temelinde ise sektörün tüm aktörlerini kapsayan ülkesel çapta bir arıcılık politikasının olmayışı yatmaktadır.
Arıcılık Altyapısının ve Arıcıların Teknik Bilgi yetersizliği
Türkiye’de son 20 yılda arıcılık yapan kişi ve koloni sayısında büyük bir artış olsa da, arıcılığa yeni başlayan arıcıların deneyim eksikliği ve usta-çırak ilişkisi içinde aktarılan yerleşmiş bir arıcılık kültürünün olmayışı nedeniyle, Türkiye koloni sayısında dünyada 3. sırada yer almasına rağmen, birim koloni başına bal verimi ile diğer arı ürünleri üretiminde dünya ülkelerinin çok gerisinde yer alıyor. Bal dışındaki ürünlerin üretimi de yok denecek kadar az.
Arı Hastalık Ve Zararlıları ile Mücadele Yetersizliği
Arı hastalıklarıyla ve parazitlerle sentetik kimyasal mücadele kısa vadede başarılı gibi gözükse de, hem balda kalıntı bırakıyor, hem de uzun vadede koloniyi zayıflatarak hastalıklara açık hale getiriyor.
Sentetik Kimyasal Tarım İlaçları
Bitkisel üretim yapan işletmelerin kullandıkları pestisit ve insektisitler arıların yaşamını tehlikeye sokan ana unsurlardandır. Yanlış ve zamansız ilaç kullanımından ötürü ülkemizde her yıl ortalama 120 bin arı kolonisinin öldüğü tahmin edilmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde bu yıl, özellikle bu nedenle tarımsal üretim alanlarında neonicotionid içeren tarım ilaçları tamamen yasaklanmıştır. Arıların tozlaşmadaki rollerinin ürünlerin kalite ve miktarındaki önemi göz önüne alındığında, bitkisel ürün üreticileri aslında en büyük kötülüğü kendilerine yapmaktadır.
Saf Arı Cinslerinin Kaybedilmesi
Ülkemizde yaygın olan kontrolsüz gezgin arıcılık ve kontrolsüz ana arı “ithali” nedeniyle, arı türleri karışmış, ırka has özelliklerini yitirmiş ve verim kaybına uğramışlardır. Damızlık arı üretiminde cinslerin coğrafi koşullara uygunluğu gözetilmediğinden, gönderildikleri bölgede verim vermeyebilmekte ve gittikleri bölgelerdeki arı cinsleriyle karışarak o bölgeye has ırkı da bozabilmektedir. Üstelik arıcının verim arayışı “ithal analar”ın ülkeye kaçak girişine yol açarak bu bozulmayı arttırmaktadır.
Habitat Kaybı ve Monokültürel Tarım
Betonlaşma, çarpık şehirleşme, doğal alan kaybı, büyük çaplı HES, termik santraller gibi doğal dengeleri değiştiren inşaatlar arıların yaşadığı ve beslendiği alanların azalmasına sebep oluyor. Monokültürel ve GDO’lu tohum kullanılan tarım alanlarına kovan taşınması, arıların pek çok bitkiden polen ve nektar alması yerine, tek tür bitkiyle beslenmesine sebep oluyor. Bu durum arıların bağışıklık sistemini düşürdüğü gibi, baldaki enzim kalitesini de olumsuz etkiliyor. Şehirlerde ağaçlandırma yapılırken tek tip ağaç ve bitkilerin ekilmesi, arıların aç kalmasına sebep olabiliyor.
Küresel İklim Değişikliği
Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak görülen sıcaklık geçişleri (aşırı soğuk veya aşırı sıcak havalar), mevsim dışı ve sert iklim olayları (dolu, aşırı yağış, kuraklık vb) da arıları olumsuz etkileyen faktörlerden.
Ne Yapmalı?
Arıcılık gibi bir konudan söz ettiğimizde; üretimden, arının çiçekten alıp kovana taşıdığı bir damla nektardan başlayıp, tüketime, tattığımız bir parmak bala uzanan uzun bir süreçten bahsediyoruz demektir. ‘Nektardan Bala’, ‘Çiçekten Kovana’, ‘Doğadan İnsana’ giden bir süreç… Bu süreçte insanın doğayla kurduğu en dolaysız ilişkilerden biri gerçekleşir.
Burada, üretimden tüketime; bilim ve teknolojiyle sanayi ve ticaret arasında kurulan ilişkide, zooloji, botanik, biyoloji, coğrafya, sosyoloji, ekonomi, eğitim gibi bilim, ziraat, makine gibi mühendislik dalları, devlet ve kamu kuruluşları, birlikler ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı çok geniş bir yelpazeden söz ederiz.
Üretim aşamasında; arının kendisi, nektar ve salgı aldığı bitki ve hayvanlar, kovan yapısı, tipleri ve arıcılık yöntemleri, arıcılık makine ve ekipmanlarıyla arıcı yer alırken, tüketim aşamasında; balın ve bal dışı arı ürünlerinin toplanması, tüketime hazırlanması, dağıtımı ve satışı gibi başlıklar yer alır.
‘Endüstriyel Arıcılık’ sistemi sadece arıcıları değil; sistemin üreticiden tüketiciye, toptancıdan birliklere ve ilaç firmalarından akademisyenlere kadar tüm aktörlerini kapsayan bir sektör haline gelmiştir. Üretimi yapan arıcı, sürecin neredeyse en önemsiz parçası olmuş, diğer aktörlerin kendisine dayattığı koşullara uymak zorunda bırakılmıştır. Endüstriyel her üretim gibi, arıcılık da, tamamen sonuç, yani ürün, yani bal odaklı bir üretim alanı olmuş; üretim sürecinin sonucu olan pazarlanabilir ve tüketilebilir mamul miktarını azamiye çıkarmayı amaçlayan bu anlayış sonucunda arıcılık sürecinin diğer aşamaları önemsiz ve anlamsız kalmıştır. Tabii burada balı asıl üreten arının halini hiç sormayın. Bütün bu kaosta arıyı düşünen kimse kalmamıştır. Arıların genetik yapısı karışmakta, hastalıklar yaygınlaşmakta, bal sadece bir ticari meta olarak görüldüğü için çevre koruma bilinci oluşmamakta, yerel arı ekotipleri kendi doğal ortamlarından uzaklaştırıldığı için, yerel bitkilerin döllenmesi yetersiz kalmaktadır. Süreci tersine döndürüp, merkeze arıyı, arıcıyı ve kaliteli bal ve diğer arı ürünlerini koyan ve gözleme dayanan geleneksel bilgi ile araştırmalara dayanan bilimsel bilgiyi birleştiren modern koloni ve arılık yönetimi şu andaki kaostan tek çıkış yolu olarak görünmektedir.
(devam edecek…)
Şamil Tuncay Beştoy
Çevre ve Arı Koruma Derneği – ÇARIK