ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

Gıda Güvenliği Hepimizin Hakkı!

Yayınlanma Tarihi: 7 Ekim 2019
Gıda Güvenliği Hepimizin Hakkı!

Gıda maddelerinin topraktan soframıza ulaşıncaya kadarki süreç içerisinde sağlıklı ve besleyici özelliklerini koruma esasına dayanan “gıda güvenliği” meselesi, ülkemizde bazen skandal boyutlara ulaşıyor. Hem çok önemli hem de karışık olan gıda güvenliği meselesini Gıda Mühendisi Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık ile konuştuk.

Bizlerin aynı anlamı yüklediği fakat birbirinden anlam olarak farklı kavramlar var: Gıda güvenliği, gıda güvencesi ve gıda egemenliği. Bizim bir zannettiğimiz bu üç kavramın anlamlarını öğrenebilir miyiz?

Bülent Şık: Bu üç kavram arasında en çok birbirine karıştırılan, gıda güvencesi ile gıda güvenliği kavramlarıdır. Akademik yayınlarda bile karıştırıldığını söylemem mümkün. Bunun nedeni İngilizce çeviriden kaynaklanıyor olabilir. “Food safety”, “gıda güvenliği” ile karşılanırken; “food security” için “gıda güvencesi” kullanılıyor ama “security” sözcüğünün “güvenlik” anlamı da var. Burada daha uygun çeviri aslında “gıda emniyeti” ya da “gıda güvencesi”dir.

Hem gıda güvenliğinin hem de gıda güvencesinin, gıda egemenliği dediğimiz büyük bir politik hareket içerisinde kendisine yer bulabildiğini söylememiz mümkün. Gıda güvenliği, yediğimiz içtiğimiz her türlü maddenin sağlığa zararlı çeşitli unsurlardan arındırılması, bu unsurları içermemesi ya da uygulanacak bir takım işlemlerle o unsurların bize zarar vermesinin engellenmesidir. Bu unsurların en bilinenleri; zararlı bakteriler, hastalık yapan çeşitli mikroorganizmalar, kimyasal olarak gıdalara bulaşan kurşun, arsenik, kadmiyum gibi ağır metaller, insan eliyle uygulanan kimyasal maddeler, teknolojik süreçler sonucu açığa çıkan ve doğayı kirleten çeşitli çevresel kimyasalların gıdalara ulaşması gibi düşünülebilir. Gıda güvencesi, insanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için gerekli olan sağlıklı ve besleyici gıda maddelerine hem fiziksel hem de ekonomik bakımdan sürekli erişebilmesidir.

Gıda egemenliği kavramı ise hem gıda güvenliği hem de gıda güvencesi ile ilgili çalışmaların nasıl olabileceğine bir yanıttır. Daha politik bir çerçevenin içerisinde nefes alan bir kavramdır. Güvence ve güvenlik gibi daha teknik, hijyenik ve mühendislik uygulamalarına dayanan bir kavram olmaktan öte, dünyada yüz milyonlarca çiftçinin de içerisinde yer aldığı bir politika hareketi olarak var olmaktadır. 

Sağlıklı ve temiz gıdanın bir tercih değil, aslında bir hak olduğunu fakat Türkiye’de bu hakkın sağlanamadığını görüyoruz. Peki burada neyi yanlış yapıyoruz? Neyi, ne şekilde düzeltmemiz gerekiyor? 

Bülent Şık: Gıda güvenliği ve gıda güvencesi, gıda egemenliği içerisinde nabız gibi atar. Eğer bu kadar kötü kentlerde yaşıyorsak, ülkemizdeki doğa tahribatı bu kadar berbatsa, su varlıklarını bu kadar ciddi bir şekilde kimyasallarla kirletiyorsak, istediğiniz kadar yüksek geliriniz olsun, gıda güvenliği ile ilgili sorunlardan kaçınmamız, tercihlerimizi doğru bir şekilde düzenlememiz imkansızdır. Gıda meselesinin çok ciddi bir politik mesele olduğunu düşünmek durumundayız. 

Medyada etkenler üzerinde çok duran ve biraz korkuyu besleyen bir sunum tarzı var. Mesela, gıda içerisinde kansere yol açan bir kimyasal maddeyi söylerken, devlet bu konuda önlem alsın, akademi yeni çalışmalar yapsın, tercihlerinizi düzeltin gibi ifadelerle hızlı bir şekilde konu kapatılmış oluyor. Üzerinde durulması gereken en kritik konu: “canlılara zarar veren etken maddeler gıdada ‘neden’ var?” 

Şöyle düşünmekte yarar var, biz bu etkenleri gıdadan giderebilir miyiz? Evet giderebiliriz, yani bu kadar çaresiz değiliz. Toksik, zehirli madde içeren ya da kötücül üretilmiş gıdalarla toplum beslenmek zorunda değil. Alternatiflerimiz var. Kamu kurumlarının sadece denetim, kontrol ya da önlem alması değil; üretimi destekleme, hangi üretimin yapılacağına karar verme, gıda ithalat ve ihracatını düzenlemesi gerekiyor. Önemli olan, her etken maddenin gıdada bulunması durumunun işlemeyen bir politik sistemle ilgili olduğunu bilmektir. Bu aradaki bağlantıları kurmak çok kolay olmayabilir ama bunun üzerine en azından insanların düşünmesini sağlamak bence kritik ve çok önemli bir yerde duruyor.

Peki bu nedene nasıl ulaşacağız?

Bülent Şık: Gıda politikalarına müdahil olmanın yollarını bulmalıyız. Karar süreçleri içerisinde bulunmadığımız sürece işimiz gerçekten zor. Dolayısıyla, kök nedene ulaşmak için politika yapmaktan vazgeçmemek gerekiyor. Tek başımıza mücadele etmenin imkanı yok. Politika yan yana, bir arada yapılan bir şey. Yatay dayanışma ağlarını oluşturmalıyız.

Bu kadar bilinmezin ve sansasyonun içerisinde, Türkiye’deki kurumların şeffaf olmadığını söyleyebilir miyiz? 

Bülent Şık: Şeffaflığı, kurumların işleyişini, aldığı kararları ve yapılan çalışmaları kamuoyu ile paylaşması olarak tanımlayabiliriz. Aslında günümüzdeki internet medyası, özellikle gıda ve su konusunda yapılan çalışmaların duyurulması açısından muazzam bir teknik imkan sağlıyor. İnsanların etkenlere çok takılmaması gerektiğini, bu zararlı etkenin gıdalarda neden var olduğunu sorgulaması gerekiyor. Yakın ilişki içerisinde olduğumuz AB ülkeleri ve Türkiye’deki kamu kurumlarının mevcut durumuna bakıldığında, benzer yasal sistemler söz konusu. Şeffaflık, bu yasal çerçevenin nasıl iş gördüğünü açığa çıkartacak bir gösterge. Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye’deki su varlıklarına düzenli olarak analiz yaptırması gerekiyor. Koli basili, arsenik, alüminyum ve kurşun gibi paremetrelerinin; Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan bir internet portalında düzenli olarak açıklandığı bir durumu düşünelim. Tabii burada analizlerin düzgün yapıldığını ve laboratuvarların uygun bir çerçevede iş gördüğünü varsayarsak, en azından bir akademisyen, nelerin yapılıp nelerin yapılmadığı ile ilgili kestirimlerde bulunabilir. Bu bilgiye sahip olmanın insanların politik süreçlere müdahil olmasında en azından imkan sağlayacağını düşünüyorum.

Nasıl bir hayatın içinde yaşadığımızı gösteren her türlü bilginin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bize çok güvenli olduğumuzu söyleyen durumlarda bile, pek çok belirsizlik ve görünürlükten uzaklaştırılmış bölgeler var. İçerisinde bulunduğumuz sistem de zaten o belirsizlikler üzerinden iş görüyor. 

Çevre sağlığını korumak, biyoçeşitliliği korumak, insanların temiz suya erişimlerini korumak ya da iyi ve sağlıklı gıdaya erişimlerini teminat altına almak için düzenlenmiş ve kurumsal bir yapıya büründürülmüş bütün bu yasal çerçevenin aslında iyi iş görmediğini fark etmemiz gerekiyor. Bu fark edişin yolu da kamusal bilgilerin paylaşılmasından geçiyor olabilir. Mesela AB ülkelerinde bu bilgiler ilan edilir. 2016 seçimlerinde, 85.000 gıda örneğinde pestisit kalıntı analizi yapıldı ve internet sitesinde her ülke için detaylar paylaşıldı. Benzer bir çalışmayı Tarım ve Orman Bakanlığı’nın da yaptığını düşünelim. Biz böyle bir şeyin hiç olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Biz kamu kurumlarının yürüttüğü projeleri  bilmeyiz, halk sağlığı adına yapılan çalışmaları ve bunların sonuçlarını bilmeyiz. Devlet işini iyi yapsın isteriz ama o işi iyi yapma halinin nasıl mümkün olacağına ilişkin çok da kafa yoran bir toplum değiliz. Bunun da kritik sebeplerinden bir tanesi bilgi edinimini sağlayacak yolların açılmamış olması. Bu açıdan ülkemizdeki akademinin hali de çok kötü bir noktadadır. Gıda ile ilgili geniş ölçekli saha çalışmaları yapılmıyor. 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, 2010’dan 2015’e kadar süren bir araştırma çalışması yaptı. Türkiye’deki suları kirletme potansiyeli olan bütün kimyasal maddelerin ismi belirlendi: Sulara karışması ve kirletmesi muhtemel 259 tane kimyasal madde var ve yaklaşık 119 tanesi analiz edilebilir durumda. Bu atıkların bir kısmı tarımsal faaliyetlerden gelir, bir kısmı endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkar. Elbetteki bu atıkların toplanması, giderilmesi ve arıtılması gibi işlemlerin yapılması gerekir ama bu tür işlemlerin yapılmadığı durumlarda suları kirletme potansiyeli olan kimyasallardır. Sağlık Bakanlığı veya Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin kontrol programlarında bu kimyasalların varlığına yönelik bir çalışma yapılmıyorsa bu bir fecaattir. 

Bu meselelerin çözümünde kritik nokta siyasal iradedir. Yani ülkenin içinde olduğu politik mekanizmalara, iktidarın nasıl iş gördüğüne bakmak gerekiyor. Asıl düğüm noktaları buradadır. Gıda ve su ile ilgili problemlerin tamamını çözeriz. Bakın bu kadar iddialı konuşuyorum. Akademik olarak bakıldığında, sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin elimizde epeyce bilgi birikimi vardır. Bu birikimini organize edecek bir şeffaf sistem, irade ve ona yönelik bir toplumsal hayat lazım. Bu da tabi büyük bir dönüşüm gerektiriyor, mücadele etmek lazım.

İçinde bulunduğumuz şartlarda ve konumda vatandaş olarak temiz gıdaya ve suya nasıl ulaşacağız?

Bülent Şık: Birtakım tanımlamaları esnetmekte fayda var. Mesela üreticiler bir tarafta, tüketiciler bir tarafta gibi düşünmeyelim. Buradaki ayrımların iç içe geçmesi; tüketicilerin biraz üreticilerin tarafında olmasından, üreticilerin de biraz tüketicilerin tarafında olmasından yanayım.  Ülkemizdeki geçerli mevzuat ve siyasal uygulamalar, geçimlilik tarım yapan, kendi emek ve imkanlarıyla gıda üretimi yapan küçük çiftçiliği tasfiye ediyor. Neoliberal sistem, kendine yeterliliği saldırılması gereken bir hedef gibi görüyor; bunu silikleştiren, ortadan kaldıran ve insanları mevcut sistemde birer tüketici konumuna kilitleyen politik hamleler yapıyor. 

Peki bu küçük çiftçilerin yaşamasını sağlayacak imkanları nasıl çoğaltabiliriz? Topluluk destekli tarım ağları kurmak, içerisinde yer almak ya da kooperatifleşme olabilir. Gıda maddesi dediğimiz şeyin aslında bir nesne değil, canlı olduğunu; biz ne kadar sağlıklı bir çevrede yaşıyorsak, onlar için de bunun geçerli olduğunu düşünmemiz lazım. 

Kendi konumumuzu esnetmemiz gerekiyor. Marketten, pazardan çok sağlıklı gıda almakla bu sorunu çözemeyiz, sadece erteleriz. Örneğin, Kocaeli’nde sanayinin yol açtığı o kadar ağır bir kirlenme var ki, ne yaparsanız yapın toprakta ve sularda kirlenmeye yol açan sorunları çözemediğimiz sürece, sağlıklı gıdayı elde edemeyiz.

Bu röportaj Leyla Aslan Ünlübay’ın hazırlayıp sunduğu Açık Radyo’daki Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam programından yazıya aktarılmıştır. Program kaydını buradan dinleyebilirsiniz.


Defişre: Ayşe Nur Ayan

Etiketler: , , ,

Henüz yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş