“En sıra dışı şeyler, en sıradan zamanlarda olur.”
Victor’un attığı tohumlar Çamtepe’de yeşermeye, Çamtepe iyilik tohumlarını saçmaya devam ediyor…
Prof. Dr. Sinan Canan, Çamtepe hikayesini yazdı: “Kaz Dağları’nın eteklerinde, o tuhaf biçimli binanın içinde, hayatımdaki her şeyin nedenini öğrenebileceğim hissine kapıldığım derin bir deneyim yaşadım. O zamandan bugüne kadar da hiçbir yerde oradaki kadar heyecanlanmadım.”
O yaz da öyle sıradan bir yazdı. 2007 yılı Ağustos ayı. Ankara’lı tatilcilerdik, her yıl olduğu gibi. Altınoluk dolaylarında her sene tatilimizi geçirdiğimiz yazlıkta, neredeyse gün aşırı çevreyi geziyor, etrafı keşfetmeye çıkıyorduk. Nasıl olduysa üniversiteden sınıf arkadaşım Güneşin ile haberleştik. “Küçükkuyu’dayız” dedi. “İnşaatımız var, bir okul inşa ediyoruz” dedi. “Victor” dedi. “Tanışmalısınız” diye de ekledi. “Tamam” dedim; iyi ki de demişim.
Bir gün rotamızı Küçükkuyu’ya çevirdik. Adatepebaşı köyü yolunda tarif edilen yeri biraz zor da olsa bulduk. Güneşin karşıladı bizi. Biraz hasret giderdik. Sonra inşaat işleriyle uğraştığı belli elbiseleriyle Victor geldi yanımıza. İlk kez tanıştık. El sıkıştık. İlk tanıştığınızda gözlerinden tanıdığınız insanlardan birisi. Bedeni yorgun ama gözler engin ve dingin bir alem gibi, umutla parlıyor. Ayaküstü anlattı neler yaptıklarını. Şişirmeden, abartmadan, böbürlenmeden, gayet doğal, sanki mecburiyetten yapıyormuşcasına bahsettiler “bir yaşam merkezi” hayallerinden. Kısa bir muhabbetti. Tekrar görüşürüz diye kucaklaşıp ayrıldık. Şaşırdım; ama neye şaşırdığımı çok bilemedim.
En sıra dışı şeyler, olduğu anda değil de sonradan gösterirler, ne kadar sıra dışı olduklarını… İki yıl sonra Güneşin beni arayıp, “Yaşam Okulu diye bir ‘şey’ düzenleyeceğiz” dedi. Ne olduğunu o zaman bilmediğim bu habere “ne güzel!” dedim. “Sen de anlatsana bir şeyler” dedi. “Ne anlatacağım?” dedim. “Ne istersen” dedi. “Peki” dedim. “İyi ki dedim” diyeceğim şeylerden birisi olduğunu bilmeden…
İlk Yaşam Okulu’na gittiğimde, Buğday ekibi, elleriyle inşa ettikleri Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’ni çoktan bitirmişti. İnşaat halinde gördüğüm o ilginç yapı; Victor, Güneşin ve gönüllülerin elleriyle bir yuvaya dönüşmüştü. Çoğunu hiç tanımadığım yirmi kadar insanla burada toplandık. Güneşin bana “beyin” ve “kaos” konularını önermişti anlatmam için. Kendimce bir hazırlık yaptım. Yaptım ama dağın başında, bir “Yaşam Okulu”nda ne bağlamda anlatacağımı, bunları nereye bağlayacağımı pek bilmeden gitmiştim oraya.
Ben anlatıcılardan birisiydim. Benim dışımda Güneşin ile birlikte Mustafa Bakır, Günnur Başar, Özcan Yüksek, Güven Eken, Tugay Başar ve diğerleri de gelmişti. İlk defa tanıştım onlarla. Beş gün boyunca Kaz Dağları’nın eteklerinde, o tuhaf biçimli binanın içinde, hayatımdaki her şeyin nedenini öğrenebileceğim hissine kapıldığım derin bir deneyim yaşadım. O zamandan bugüne kadar da hiçbir yerde oradaki kadar heyecanlanmadım.
Örüntüler, yaşam döngüsü, fraktal biçimler, permakültür, insan, doğa ve diğer pek çok şey hakkında ‘uçmaya benzer’ bir deneyimdi benim için. Anlattığımdan kat kat fazlasını öğrendim. Bugün sağda solda ne anlatıyorsam, hemen hepsinin tohumları işte o beş günde toprağa düştü zihnimde.
Victor da vardı o zaman. Ben bilmesem de, benimle ilk ve son Yaşam Okulu idi onun. Victor Ananias birkaç yıl sonra, tam benim doğum günüme üç gün kala, aniden bu dünyadan gidiverdi. Kendisi gitti ama, hayali ve vizyonu, hem Çamtepe’de, hem de hepimizin anlattıklarında, okuduklarında, düşündüklerinde bu güne kadar nefes almaya, büyümeye ve yaşamaya devam etti.
Yaşam Okulu yıllarca devam etti. Çoğunda ben de vardım, elimden geldiğince. Her seferi bir başkaydı. Her defasında zihin ve gönül kapıları biraz daha aralandı; şu zihinsel zan karanlıklarına biraz daha ışık, biraz daha umut sızdı. Ben de ne yapayım; orada ne piştiyse, yıllardır onu “açım” diyen herkese servis etmeyi iş edindim kendime. Ondan evvel belki çok şey öğrenmiştim; ama sanırım en çok orada “anladım”… En sıra dışı işler, en beklenmeyen kılıklarda çıkar karşınıza.
Yaşam Okulu da Çamtepe de öyleydi işte. Sadece benim hayatımda değil, dokunduğu tüm insanların hayatında fark yaratan bir beste gibidir orası. Müzik devam ediyor. Bir kitabını yazamadık, ne kadar çok istediysek de. Eh, belki de bir saz semaisinin kitabı ne kadar yazılabilirse ancak o kadar olacağı için, elimiz gitmedi…
Belki yazarız; ama o beste devam ediyor. Kulak verebilenler için…
Yazı: Prof. Dr. Sinan Canan
Sevgili Güneşin,
Ben Hülya Denizalp’in ablası İncilâ. Senin,Victor’un, Buğday Derneği’nin hikayesini çok yakından biliyor, takip ediyorum. Sinan Canan’ı uzunca bir süredir takip ediyordum. Bu ikibuçuk aylık süreçte her gün takip etmeye başladım. Ondan çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Çok sevdiğim Buğday Derneği ile bağlantısını görmek beni o kadar heyecanlandırdı ki anlatamam. Sizin gibi insanlar sayesinde bu dünya güzelleşiyor..ne mutlu ki bu ülkede doğmuşsunuz da bize de ışık olmuşsunuz. Ayrıca Tugay Başar da çok sevdiğim insanlardan biridir. Çok yaşayın ❤
Merhabalar,
çok teşekkürler. Ne güzel sesinizi duymak. Güç ve umut veriyor.
Sevgiyle
Güneşin
Güzel sözlerinize çok teşekkür ediyoruz İncilâ Hanım. 🙂