Covid-19: Yeni bir hayat modeli
Zehirsiz Sofralar Projesi İletişim ve Kampanya Koordinatörü Turgay Özçelik, Gerçek Gündem‘den Aslı Atasoy’a verdiği röportajda, coronavirüsün toplumsal anlamda da hayatımızı değişikliğe uğratması ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Virüsler sadece canlı hücreleri etkileyen ve kendini tekrar eden mikroskobik enfeksiyon etkenleri olarak biliniyor.
Canlı olarak tanımlayabilmek için gerekli özelliklere sahip olmadıklarından ‘yaşamın kıyısındaki organizmalar’ da denilen virüslerin, evrim sürecinde ortaya çıkışları hakkında net bir bilgi yok.
Bütün zamanların en ünlü ve tehlikeli virüsü Covid-19 ise sadece hücrelerimizi değil toplumsal anlamda da hayatımızı değişikliğe uğratması ile gündemde. Ortaya çıkışı hakkındaki iddialar Hollywood’a yıllarca malzeme olacak cinsten.
Sınırları kaldırıp dünyayı küçücük bir yere çeviren Covid-19, bir yandan da bize yeni hayat modelleri için düşünme fırsatı veriyor. Virüs tehlikesi geçtikten sonra her şeye kaldığımız yerden devam etmemek için Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği İletişim Sorumlusu Turgay Özçelik’e sorularımızı sorduk:
Zehirli gıdalar virüsler kadar tehlikeli
Pandemi beslenme konusunda derin endişeler yarattı. Buğday Derneği olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu haklı ama biraz geç kalınmış bir endişe. Çünkü pandemi ortamında elimizi attığımız pek çok gıda türü aslında en az korktuğumuz virüs kadar tehlikeli. Türkiye’de 300’ün üzerinde pestisit, yani tarım zehiri kullanılıyor. Bunların büyük bir bölümü, hormonal sistemi bozan pestisitler. Bu hormonal bozucular kanserden, düşük IQ’ya kadar pek çok rahatsızlığa neden oluyor ve en çok da çocukları etkiliyor. Bizi zehirlediği kadar doğayı, diğer canlıları da zehirliyor; iklim krizini tetikliyor. Bir an önce tarımla ilgili önlemler almazsak, yakında herhangi bir pandemi durumunu tartışmak zorunda kalmayacağız. Daha da ciddi sorunlarımız olacak.
Türkiye olarak doğa dostu tarıma geçilmeli
Bazı küresel eğilimler gıda güvenliğini, yoksulluğu, gıda ve tarım sistemlerinin genel sürdürülebilirliğini etkiliyor. Yeni bir tarım modeli olarak bu topraklara önerileriniz nedir?
Mevcut tarım modelimizin, yani endüstriyel tarımın sürdürülebilirlik sorunu tam olarak kendisinden kaynaklanıyor. Endüstriyel tarım üretmiyor, tüketiyor. Toprağı, suyu, havayı kirletiyor ve biyoçeşitliliği yok ediyor. Sağlığımızı tehdit ediyor, bizi zehirliyor. Oysa pek çok doğa dostu tarım yöntemi var. Organik/ekolojik tarım, biyodinamik tarım, permakültür vb. Üstelik bu tarım yöntemlerinin bilgisi de çok uzağımızda değil, elimizin altında. Tarım ve Orman Bakanlığı da bu bilgiye sahip. Tarımda kullanılan zehirler, GDO, kimyasal gübreler dünyayı doyurmak için öne sürülen yenilikler oldu. Hala da bu snedenle sürdürülüyor. Oysa bugün dünyada gıdaya erişimi yetersiz olan 1 milyar insan yaşıyor. Açlığa çare olmuş değiller. Çünkü temel sorun yetersiz gıda üretimi değil, üretilen gıdaya erişimde bir adaletsizlik var. Sorun açlık değil, açgözlülük.
Belediyelerin tarımı gündeme alması sevindirici
Tarım 4.0 modeli tarıma baskı yapan dört ana gelişmeyi ele alıyor: demografi, doğal kaynakların azlığı, iklim değişikliği ve gıda atığı. Bu anlamda Türkiye neler yapıyor ve yapmalı?
Özellikle İzmir, İstanbul ve Ankara olmak üzere üç büyük kentin belediyeleri son aylarda gıda ve tarımı gündemine almış ve alternatifleri tartışır durumdalar. Bu çok sevindirici. Üretici ile tüketiciyi doğrudan buluşturan çözüm önerileri, yerel üretime dair olanaklar, gıda güvenliği için kooperatif ve gıda toplulukları tartışılıyor. Bu tartışmanın her bölgeye sıçraması, hala merkezi olarak Tarım ve Orman Bakanlığı’nın gündemine gelmesi gerekir.
Asıl mücadele virüsü yendikten sonra başlayacak
Olası kötücül senaryolar için önerdiğiniz sağlıklı çözümler var. Yıllardır bunu savunuyorsunuz, anlatıyorsunuz ve eğitiyorsunuz. Neler söyleyeceksiniz?
Mevcut yaşamı sadece bize ait sandığımız ve öyle davrandığımız için o yaşamın sürdürülebilirliği ile ilgili sıkıntılar yaşıyoruz. Dünyanın tüm kaynaklarını sadece insanlara aitmişçesine sömürüyor, diğer canlıların efendisiymişçesine onlara zarar veriyor, yaşam alanlarını yok ediyoruz. Kar hırsımız yüzünden şu an dünya “yok oluş” sürecinde. Şaka değil bu, en az Covid-19 kadar gerçek. Karbon ayak izimizi düşürmezsek acilen, diğer pek çoğuyla birlikte yok olacak canlı türlerinin başında insanlar geliyor. Koronavirüs çok ciddi bir sorun ve onu yenebiliriz. Ama asıl mücadele o zaman başlıyor.
Endüstriyel temizleyiciler aslında tehlikenin kendisi
Şu anda insanlar enfeksiyonu engellemek için dezenfektan kullanıyor, yerel yönetimler ise her yeri ilaçlıyor. Bu sizce sağlıklı mı?
Bu panik ortamında doğru sandığımız pek çok şey aslında yanlış ve sağlığımız için tehlikeli. Kurumların yapmış oldukları dezenfeksiyon çalışmalarında kullanılan kimyasallar, ellerimize sürdüğümüz dezenfektanlar, kullandığımız endüstriyel sabunlar, temizleyiciler aslında tehlikenin kendisi. Bir yandan temizlenmeye çalışıyoruz, ama aslında kendimizi kirletiyoruz. Etiketine bakıp, içerisinde anlamadığımız pek çok yabancı katkı maddesi bulunan hiçbir ürünü vücudumuza sürmemeli ve bulunduğumuz ortamda kullanmamalıyız. Bunların alternatifi olarak pek çok doğal/zararsız yöntem var.
Zehirsiz sofralar bizi kurtaracak
Covid-19 bize hayatta kalmak için bağışıklık sistemine hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız olduğunu ve bunu korumak için de sizin ‘Zehirsiz Sofralar’ projesinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Neler söyleyeceksiniz?
Şu an evlerimize kapanmış, kendimizi izole ederek korumaya çalışıyoruz. Ancak en büyük tehlikelerden biri o kapandığımız evdeki sofrada. Soframızda zehir var. Soframıza gelen gıdanın içerisinde pestisit kalıntısı var. Sadece bir elmaya bile soframıza gelene kadar 16 kez ortalama zehir atılıyor, yani pestisit uygulanıyor. ‘Zehirsiz Sofralar’ kampanyası ile özellikle ölümcül derecede tehlikeli olan pestisitlerin acilen yasaklanmasını; alternatif yöntemlerin desteklenmesini, denetimlerin artırılmasını ve denetim sonuçları ile ilgili şeffaflık talep ediyoruz. 100’ü aşkın STK bu kampanyayı destekliyor ve 130 bin imzaya ulaştık.
Ata tohumları bizden daha bilge
Sosyal medyada ata tohumlarının önemi üzerine yükselen bir trend var. Dünyadaki varlığımız sona ermeden başa dönmeyi başarabilir miyiz?
Her zaman umut var, yeter ki bu umudu besleyecek adımları atalım. Evet şu ana kadar pek çok yerel çeşidimizi kaybetmiş durumdayız. Biyoçeşitlilik anlamında kaybımız büyük; ama şimdi adım atarsak, ambarlarımızda bekleyen pek çok atalık tohum türünü kurtarabiliriz. Üstelik onlar bizim gıda güvenliğimiz için en büyük teminatımız. Çünkü yüzyıllardır ne virüsler ne hastalıklar gördüler ve evrim geçirerek, kendilerini koruyarak hayatta kaldılar. Onlar bizden daha bilge. Acilen yapmamız gereken iki şey var: İlki toprağımızı ve tohumlarımızı korumak. İkinci olarak da kirlenen, zehirlenen toprağımızı ıslah etmek. Çünkü sağlığımız kıymetliyse, ne yediğimiz önemli.
Turgay Özçelik’in röportajı Gerçek Gündem‘de yayımlanmıştır.