Çocuklar her canlıyı severek büyümeye hazır
“Ekolojik Anne” serimizde bu ay Asude Şebnem Eraş Çelebi’yi konuk ediyoruz. “Hiçbir çocuk doğaya zarar veren bir tüketim nesnesine tutkuyla sahip olmak istemez.’’ diyen Çelebi ile ekolojik yaşam bilincine sahip; tüketici değil, türetici olmaktan yana olan çocuklar yetiştirmek üzerine konuştuk.
Röportaj: Aslı Erdursun – Gönüllü İletişim Ekibi
Bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Asude Şebnem Eraş Çelebi: Hukuk fakültesi mezunuyum. Hukukçuluk mesleğine ara vererek uzun yıllar belgesel fotoğrafçılık ile uğraştım. Bu göçebe yılların ardından annelik yolculuğu ile birlikte daha yerleşik bir yaşama geçtim. Şu an arabuluculuk yapıyorum.
Ekolojik yaşam sizin için hangi farkındalıkla ve nasıl başladı?
Şebnem: Tam anlamıyla ekolojik bir yaşam sürdürebildiğimizi maalesef söyleyemem. Çünkü bireysel çabalarla ne kadar yol almaya çalışsak da ekolojik yaşam sadece bireysel bir tercih meselesi değil, tüm insanlığı ilgilendiren bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Her ne kadar hayatımızı saran tüketim sarmallarından kendi çabamızla tamamen kurtulabilmek kolay olmasa da, attığımız her adımda şu soruları sorarak ilerlemek farkındalık oluşturabiliyor:
“Bu alışveriş ile ekolojiye, doğaya, canlılara, insana ve bütüne nasıl bir müdahaleye ortak oluyorum?
Elimi uzattığım nesne bütünle ahenk içinde mi üretilmiş?
Ona dokununca, onu hayatıma katınca bir dönüşüm, paylaşım çemberine mi bağlanacağım?
Onu kullandıktan sonra neye dönüştüreceğim?
Yine bütünle ahenk içinde bir çembere katkı sağlayabilecek miyim?
Yoksa yaptığım alışverişle bütünün ahengini bozan, yıpratan bir müdahaleye mi ortak olacağım?”
Pratik hayatta bu soruların halihazırda net cevapları yok elbette. Sürekli bir araştırma halinde olmak gerekiyor.
“Ekolojik Anne” kavramı sizde ne çağrıştırıyor?
Şebnem: Sanırım, annelik yolculuğunda da bu sorularla yol almayı çağrıştırıyor. İnsanlık ailesi olarak yaşadığımız en büyük sorun kendimizi; birbirimizden, yaşadığımız gezegenden, bizi saran evrenden ayrı zannetmemiz ve içinde bulunduğumuz bütünle bağlantımızı koparmamız. Çocuğumuzla birlikte büyürken insanlarla, doğayla ve bütünle bir olduğumuzu yeniden hatırlıyoruz.
Çocuğunuzun doğumundan sonra onun yaşamına bu bakış açınız nasıl yansıdı?
Şebnem: Çocuklar dünyaya saf sevgi ve iyilikle dolu olarak geliyorlar. Her canlıyı, her insanı severek büyümeye hazırlar. Çocukları büyütmek ya da eğitmek gibi kavramların artık sorgulandığı bir çağı yaşıyoruz. Bu kavramlar yerini, onlara kendilerini geliştirmeleri için güvenli bir alan açmaya bıraktı. Eğer “Ekolojik anne bakış açısı ile bu güvenli alan nasıl oluşturulur?” diye soracak olursak, bunun da hazır bir cevabı yok ve her gün, her an bunun cevabını aramak ile geçiyor diyebilirim. Fakat ben bu cevapları artık tek başıma aramıyorum. Kızım Mana Su yedi yaşını doldurdu ve diğer yaşıtları gibi doğa, hayvanlar, doğanın dengesi ve dönüşümü hakkında bizim o yaşlarda sahip olduğumuzdan çok daha fazla bilgiye sahip. Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, anaokulu öğrencilerinin geri dönüşüm hakkında bildikleri, birçok yetişkinden daha fazla. Daha iddialı konuşmak gerekirse, şunu da söyleyebilirim; hiçbir çocuk doğaya zarar veren bir tüketim nesnesine (oyuncak, yiyecek vb.) tutkuyla sahip olmak istemez. O isteklerin arkasında aslında hep bir alan ihtiyacı vardır. O alan ise bir keşif, oyun veya bir keyif alanı olabilir.
Temel ihtiyacın gerçekte ne olduğunu görebilirsek, hem kendimiz hem çocuğumuz için bir dönüşüm gerçekleştirebiliriz. Yeterince iddialı konuştuktan sonra, şimdi bu laflardan biraz uzaklaşıyorum. Çünkü pratikte işler her zaman iddia ettiğimiz gibi yürümüyor. Hepimiz, günlük ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek ve hayatımızı idame ettirebilmek gibi asgari yaşam şartlarımızı korumak için harcadığımız enerji ve tahammül sınırlarımız içerisinde bir alan açmaya çalışıyoruz. Günlük yaşam pratiğinde şefkat ve sabırla yönümüzü bulmayı diliyorum hepimiz, tüm anneler için.
Şehirde yaşarken inandıklarınızı/ isteklerinizi hayata geçirme noktasında çocuğunuzu büyütürken karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Yoksa, “Şehirde de sürdürülebilir yaşam mümkün!” motivasyonunuz var mı?
Şebnem: Okul ve iş hayatımız uzunca seneler İstanbul’da geçti. Eşimle kırsalda yaşamayı seçtik ve Kaz Dağları’nda bir köye yerleştik. Kızımızın doğumundan üç yaşına kadar orada yaşadık. Daha sonra biraz da iş nedeniyle, yavaş yavaş Çanakkale’nin merkezine taşınmaya başladık. Şimdi şehir ve köy arasında bir yaşantımız var. Hatta, daha çok şehir ağırlıklı diyebilirim. Elbette sürdürülebilir bir yaşamın her yerde mümkün olduğuna dair bir inancım ve umudum var. Ancak bu bireysel bir konu değil. Tamamen bir paylaşım, dayanışma ve işbirliği ile mümkün. Çünkü insanın sorunu doğayla değil, her şey yine insanın insanla probleminden kaynaklanıyor. Birlikte bir üretim ve paylaşım ilişkisi kuramazsak, ister kırsalda yaşayalım ister şehirde, sürdürülebilir bir yaşamdan bahsedemeyiz. Kimimiz, şehirde yaşarken ekolojik yaşama kırsalda olduğundan daha fazla hizmet edebilir. Topluluk destekli tarım modellerini destekleyerek, tüketim yerine türetim ekonomisine katkı sağlayarak, her türlü dayanışma ve işbirliği ağlarında yer alarak… Çünkü kat edilmesi gereken birçok yol var. Kısacası, yapılacak çok iş var.
Pandemi satın alma tercihleriniz konusunda sizi farklı alternatiflere yöneltti mi?
Şebnem: Pandemi nedeniyle farklı alternatiflere yönelmedik. Fakat pandemi, tüm dünyada yaşattıklarıyla, her şeyin nasıl birbirine bağlı olduğunu hepimize gösterdi. Şimdi ise insanlığın önünde çok acil çözüm bulması ve bulunan çözümleri hayata geçirmesi gereken daha önemli bir kriz var, “iklim krizi.”
Röportaj: Aslı Erdursun – Gönüllü İletişim Ekibi