“Babalar çocuk bakmaz” diyenlerin nesli tükenecek
Yeni yılı “Ekolojik Baba” serisi ile karşılıyoruz. Yılın ilk ekolojik babası ise, Buğday Derneği’nin “İyi Şeyler Yapan Güzel İnsanlar Konferansı”ndan da tanıdığımız, Fırınımdan Ekmekler ve Kolektif Fırın’ın kurucusu Murat Demirtaş.
Atalık tohumlardan üretilmiş, ekolojik ürünlerle ve kendi hazırladığı ekşi mayayla yaptığı ekmekleri, yürüyerek ve gülümseyerek dağıtan Murat Demirtaş ile şehirde ekolojik baba olmanın alternatif yollarını ve ekolojik dönüşüm adımlarını konuştuk.
Röportaj: Ayşe Nur Ayan (Buğday Derneği İletişim Ekibi)
Buğday Derneği ile yolunuzun kesişme hikayesini anlatır mısınız?
Murat Demirtaş: Buğday Derneği bizim için Victor idi. Tanışma fırsatı bulamadık ama bizim gibi girişimlerin çoğunda onun saçtığı tohumların payı vardır. 2015 yılındaki İyi Şeyler Yapan Güzel İnsanlar Konferansı’na davet edilmem sonrasında da iyice Buğday’lı olduk.
Ekolojik dönüşümünüz nasıl başladı? Çocuk sahibi olduktan sonra hayatınızda bu anlamda neler değişti?
Murat Demirtaş: Eşim ve ben kurulduğu yıldan beri Açık Radyo dinleyicisiyiz. Orada sanki başka bir dünyanın vatandaşları gibi hissediyorsun. Dinleyemediğimiz programlar için, “keşke o hayatı baştan alsak” diye düşünürdük. Oldukça kolektif bir düşüncenin olduğu bir yer ve bizi bir şekilde harekete geçiriyor. İlk farkındalığımızdan birisi de 2007 yılında katıldığımız “Türkiye Kyoto’yu İmzala” mitingi diyebiliriz.
Ekolojik yaşam bilincine aslında çocuklarımdan önce de sahiptik ancak onlarla birlikte daha da hızlandı. Çünkü konu kendimiz olduğunda, “dur, daha sonra” diyebiliyoruz. Ama 2010 yılında oğlum Eren’in doğmasına yakın, “peki ne yedireceğiz?” diye kendimize sormaya başladık ve bu bizi bir dönüşüme götürdü. Çünkü bizim için gıda meselesi çok önemliydi.
Ekolojik Baba olmaya nasıl karar verdiniz?
Murat Demirtaş: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okuduktan sonra reklam ve sinema gibi farklı sektörlerde çalıştım. Dekor işlerinde çoğunlukla strafor, plastik ve kimyasal malzemeler kullanılır. Bol polyester kullandığımız bir işin ardından günlerce benden ve içimden çıkmayan kimyasal kokular evin havasını bile değiştirmişti. Yıllarca bu işlerde sigortasız, iş güvenliği olmadan çalıştık. Tabii bazı büyük projeler hariç.
Sonrasında biz bir arayışa başladık ve annemle birlikte küçük bir kafe açtık. Burada kendi evimizde ne yiyorsak, hangi ürünleri kullanıyorsak müşterilerimize de onu sunmaya çalışıyorduk. Bir yandan gıdaya olan bakış açımız değişirken, diğer yandan kafede bunu sürdüremez olmuştuk. Kentsel dönüşüm nedeniyle de kafemizi kapatmak durumunda kaldık.
Eren artık üç yaşına geldiğinde ise bizim önümüzde iki seçenek vardı; ya onu okula verip, hiç istemediğim şekilde reklam sektörüne geri dönecektim ya da çocuğumuza evde ben bakacaktım. Çünkü bu süreçte eşimin işten ayrılması mantıklı olmazdı ki zaten ben de böyle bir karar vermesini istemezdim.
Hem gıda ile ilgili destek alabileceğimiz hem de çalışabileceğim %100 Ekolojik Pazarlar da iyi bir alternatifti. Ancak eşimin nöbet günleri ile çakıştığından dolayı annelerimizden çok daha fazla destek olmamıza neden olacaktı. Bizim amacımız çocuklara ebeveynlerin bakmasıydı. Böylece, evde çocuklarımıza bakma dönemim başlamış oldu
Ekolojik baba olmanın zorlukları neler?
Murat Demirtaş: Çocukluğunda sana böyle bir bilgi gelmediği için ütü yapmayı, çamaşır veya bulaşık yıkamayı çok da istemiyorsun aslında. Benim annem cumartesi günleri çalıştığında biz öğlene kadar evi gırgırlar, silerdik. Kendi yatağımızı toplardık. Babamın üstlendiği bir takım roller olsa da; o gazete okurken, annem geldiğinde ev işlerini yapardı. Yani yine de evde bir anne figürü vardı. Babamdan ıspanak ayıklamasını isteyebilirsin ama yemeğini pişir dediğinde yapamayacağını söyler mesela. Annem de kömür taşımaz, sobayı yakmaz, mısır patlatmaz ya da alışveriş yapmazdı. Ama bu durum biraz bakış açısıyla ilgili, ıspanağı ayıklayan yemeğini de yapabilir aslında.
Biz hiçbir zaman bir erkek çocuğuna bakar mı, altını değiştirir mi ya da evde neyi yapar, neyi yapamazı sorgulamadık. “Yapabiliriz, neden olmasın ki? dedik. Çünkü bizim ihtiyacımız olan buydu ve bunu da yapabilecek kişi bendim. Belki bir kadının becerikliliğine erişemedim ve birçok konuda zorlandım… Biz birbirimizi destekleyerek ilerliyoruz aslında. Esra yönetiyor, ben de ucundan tutuyorum çoğu zaman.
Eşlerin hayatlarında birincil önem sıralamaları var. Bunlar değişebiliyor. Mesela ben hiç ütü yapmayı sevmiyorum ve açıkçası yapmak da istemiyorum. Çünkü bana sorarsanız zaten ekolojik bir şey de değil. Bu yüzden bizde çamaşır ve ütü programını eşim Esra yapar hep. Ben biraz dağınığım bu konuda. Yemek yapmayı çok seviyorum ama bulaşık işini biriktiriyorum. Bulaşık yıkamayı da pek bilmiyorum galiba. Eskiden yağsızlar, az kirliler ve çok kirliler diye önce ayırır sonra sırasıyla yıkardım. On dakikalık bulaşık otuz dakika sürüyordu tabii. Yemek yapmak hariç ev işlerini pek sevmiyorum. Onlar yerine çocuklarla oynamayı yeğliyorum.
Çocuklarıyla oyunlar oynayan, vakit geçiren babaları “numaracı” olarak değerlendiren bir kesim var… Sizin, evde çocuğuna bakan diğer babalardan farkınız ne?
Murat Demirtaş: Sanırım biz tahmin edildiğinden daha kalabalığız. Mahalle baskısı açığa çıkılmasını engelliyor olmalı. Benim farkım galiba gerekmedikçe bu durumun altını çizmemem. Bu karı koca olmak gibi bir durum. Çocuğumun bütün ihtiyaçlarını karşılayabilirim. Bunu da sürekli söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Bütün gün ve gece, çalışırken ya da evdeyken, anne ya da baba çocuklarına bakmakla, ilgilenmekle, oynamakla yükümlülerdir. “Babalar çocuk bakmaz, altını değiştirmez” diyenlerin önümüzdeki günlerde neslinin tükeneceğini düşünüyorum.
Eşiniz ile sorumluluk dengesini nasıl sağlıyorsunuz?
Murat Demirtaş: Alışveriş tamamen ben de. Esra kendisine bile bir şey almayı, para hesabı yapmayı sevmez. Ama evinde tam bir usta. Evde sürekli hareket eder. Ben yerdeki bir oyuncağın üstünden geçerim, o alır yerine koyar. Çocukların ödevlerini Esra daha yakından takip ediyor. Benim bir baba ağırlığım var sanırım. Kalın ve yükselen ses, kocaman bir hapşırıkla irkitebiliyorum herkesi. İstemesem de çocukların benden hafif bir çekinme hali var. Çocukları bizden bir şey isteme şekilleri biraz farklı. İlişkiler değişiyor yani.
İhtiyaç meselesini sorgulamamız gerekiyor… Siz ihtiyaçlarınızı neye göre belirliyorsunuz?
Murat Demirtaş: Genellikle takas yapıyoruz. Evimizin yakınındaki Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı (HEKVA)’ndan ya da Kadıköy’deki Naboo Cafe’nin bağış köşesinden ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Evimizdeki fazlalıkları da yine buralara götürüyoruz. Neredeyse yıllardır hiç kıyafet satın almıyoruz. Alternatif metotları elimizden geldiğince kullanmaya çalışıyoruz. Farklı bir rengi olsun diye gömlek almak gibi bir tutumumuz yok.
Temizlik malzemelerini çoğunlukla kendimiz yapıyoruz. Çok başarılı olamadığımız bulaşık makinası ve el sabununu da yine organik olanlardan satın alıyoruz. Biz belki bir şekilde yapabiliriz ama annelerimiz geldiğinde, “yeterince temizlemez” düşüncesiyle daha fazla kullanma ihtiyacı hissediliyor ve yaptığımız sabun bir haftada bitebiliyor. Ben zaten artık hiç beyaz renk bir şey giymiyorum. Çocukların kıyafetleri de biraz lekeli olsun diyoruz artık, önemsemiyoruz.
Şehirde arabaya çok ihtiyacımız olmadığını düşünüyoruz. Şu an eşimin kardeşi ile ortak bir araba kullanıyoruz. Evde yaptığım ekmekleri takas ederek, oğluma piyano dersi dahi aldırabiliyoruz. Yine takas ile yumurta almaya da devam ediyoruz. Bizim için aslında en önemli ihtiyaç gıda. Pestisit kullanılmayan, üreticisini tanıdığımız ya da organik ürünleri tercih ediyoruz.
Başka hangi ihtiyaçlarınızı satın almak yerine kendiniz yapıyorsunuz?
Murat Demirtaş: Ekmek, yoğurt, tarhana, domates konservesi, pastırma, kampucha çayı, boza, sirke, turşu… Hatta çeşit çeşit turşumuz var. Bazen üzüm fazla oluyor ve hemen bir litre suyun içerisine atıyoruz, birkaç ay sonra da oldu bu diyerek süzüyoruz. Pestil denemelerimiz de oldu. Hepsi çok başarılı idi, sadece alan darlığından sürekli yapamıyoruz.
Tüm bu ekolojik adımlar aslında çöpümüzü de azaltmamızı sağlamıyor mu?
Murat Demirtaş: Kesinlikle öyle. Bizim dolaba giren hiçbir şey çöpe gitmiyor. Yiyebileceğimiz kadarını alıyoruz sadece. Mesela eşim az önce bir granola yapmıştı ve dışarıda kalan bir parçayı da neredeyse her gün penceremize gelen kumrulara verdik. Yani sistemin içine vermiyorsan çöp olmuyor. Kurda, kuşa ve aşa bir şekilde gidiyor, dönüşüyor…
Bizim evdeki bir tişört ertesi gün yastık kılıfı, yer bezi ya da halının altına dikilmiş bir şekilde karşına çıkabiliyor. Çünkü bizim artık daha fazla tüketmeye değil, var olanla yaşamayı öğrenmeye ihtiyacımız var.
Bugün artık köylerde bile beyaz ekmek tüketimi daha yaygınken, siz yıllardır İstanbul’da “şehir ekmeği” yapıyorsunuz. Bu ekmekleri başka insanlara da ulaştırma fikri nasıl ortaya çıktı?
Murat Demirtaş: 2013 yılında biz artık kendi ekmeğimizi yapmamız gerektiğini anlamıştık. Çünkü o dönemde bir Bakan, ekmeğin içerisinde bulunan katkı maddelerinden on yedisini çıkardıklarını açıkladı. Ki bunlar sadece görünenlerdi, bir de görünmeyenler var. Pestisitleri hiç saymıyoruz bile…
Oğlum dört yaşına geldiğinde kişisel gelişimi için yüzme, jimnastik, piyano gibi kurslara göndermek istiyorduk. Tüm bunlar da bizim bütçemizi biraz aşıyordu. Çünkü bütçemizin çoğu barınma, gıda gibi temel masraflara ve bazı kültürel aktivitelere gidiyordu. Bir yandan evde yaptığım ekmekleri arkadaşlarımıza da hediye ediyordum. İçlerinden birisi her hafta kendisine üç ekmek yapmamı istedi. Nasıl yani? dedim. Başta şaşırdım ama sonra zaten evdeyim, yapabilirim diye düşündüm. Birkaç arkadaşımızın daha duymasıyla haftada otuz etmek yapmaya başladım ve bu giderek daha da arttı. Gündüz çocuklara bakıyordum, gece de ekmek yaparak geçiyordu..
Ekolojik ilkeleri esas alan bir ekonomi anlayışına ihtiyacımız var. Ekosistemleri ve ekolojik süreçleri tahrip etmeden, ekonomik büyüme yerine küçülmeyi ve yerelleşmeyi savunuyorsunuz. Bir yandan da insanların sürekli artan talepleri söz konusu. Bu kararlılığı nasıl/hangi bilinçle koruyorsunuz?
Murat Demirtaş: Bizim genel problemimiz, yaptığımız iş ile ilgili etrafımızdan övgü almaya başlayınca hemen ben bu işten iyi para kazanırıma dönüyor. Ben de başta çok kurcalandım. Ekmek yapmaya başladıktan sonra, Buğday Derneği’nin İyi Şeyler Yapan Güzel İnsanlar Konferansı ve ana akım medyada çıkan röportajlar ile birlikte görünürlüğüm arttı. İnsanlar sürekli mesajlar atmaya, ulaşmaya başladılar. Ben yürüyerek ekmek dağıtırken, her yerden ekmek istiyorlardı. Sağlık sorunları olduğunu söyleyen, kurye ve hatta özel şöför göndererek ekmeği aldıran bile oldu. Bu gibi durumlarda çok karşı gelemediğim de oldu ama Sarıyer, Beylikdüzü, Büyükçekmece gibi uzak yerlere gitmemin imkansız olduğunu söyledim. İngiltere’den bile ekmek istediler…
Bir ekmeği vermek için önce bir kağıda ya da beze sarman gerekiyor. Üstüne naylon bir paket yapacaksın ki yolda ıslanmasın ya da yağ ile temas etmesin. Sonra bir karton kutu bulacaksın ya da yaptıracaksın.Belki o kadar çok ekmek yapacaksın ki etiketler yaptıracaksın. Taşıyamayacaksın ve araba alayım diyeceksin… Hep sistemi büyütmen gereken bir şey.
Yerel olmak gerektiği çıktı ortaya; ben bu işi olabildiğince yürüme mesafesinde, toplu taşıt kullanarak ama belki onu bile yapmamam lazım çünkü ekmek dediğin aslında mahalle fırınından alınması gereken bir şey. Benim derdimin de bir yer açmak değil, mahalledeki o fırınların düzgün ekmek yapmaya başlaması olmalıydı diye düşündüm. Çünkü bir yer açarsam hayatım sadece bu olacak. Hedefimiz çocuklarla birlikte olmak ve onları büyütmekse benim sadece bir ek işe ihtiyacım var. Nasıl ki bir kadın evde örgü örerek, patik yapıp satarak para kazanıyor, ben de ekmek satarak sadece ihtiyacımız olanı kazanıyorum.
Peki ileride sabit bir yer açma düşünceniz var mı?
Murat Demirtaş: Şu an için yok ama belki bir kaç sene sonra, çocukların ikisi de okula gittiğinde evde oturmak yerine bir şeyler yapabilirim. Geçtiğimiz dönemde, bir çağrıya çıkarak, evinde ekmek yapan gönüllülerin katılımıyla Kolektif Fırın’ı kurduk. SALT Beyoğlu’nda verdiğimiz atölyeler ile bir sürü insan kendi ekmeğini yapmaya başladı. Birbirimize dokunarak da çoğalabileceğimizi görmüş olduk.
Bugüne kadar toplam 13 mutfakta ekmek yapmışım… Benim sabit bir yer açmamamın diğer sebebi de, zaten çok fazla dükkan olması. Yeni bir fırın talep etmem; yeni bir fırın, çelik, bakır gibi çeşitli malzemeleri ürettikçe ürettirmemi gerekecek.
En temel gıdamız olan ekmek bile pestisit kalıntılarıyla kirlenmiş durumda. Zehirsiz Sofralar için gıdamızın sorumluluğunu almamız gerekiyor. Siz gıdanızın/ekmeğinizin sorumluluğunu nasıl alıyorsunuz?
Murat Demirtaş: Gıda meselesinde işi sıkı tutmak gerekiyor. Bunu ben yapabiliyorsam, sen de yapabilirsin. “Önceliklerine neyi koyuyorsun?” meselesi oldukça önemli.
Gıda ihtiyacımızı %100 Ekolojik Pazarlar ve İstanbul’a yakın bazı çiftliklerden karşılamaya çalışıyorum. Narenciye ve bazı meyve kurularını da başka çiftliklerden. Önemli olan bir tercih yapmak ve yola koyulmak. Sonra kendiliğinden geliyor her şey. Hem de çok güzel dostluklar, arkadaşlıklarla geliyor…
Çocuklarınız sizin yaşam tarzınızı benimseyebildiler mi?
Murat Demirtaş: Biz nasıl yaşarsak onlar da onu görüyorlar. Ancak elimizde olmayan başka faktörler de var. Öncelikle şunu anlatmak isterim. Bizim ekmek harici başka ekmek bilmeyen Eren, bir gün benim bir kafe mutfağında onlar için yaptığım beyaz undan ekmek ile karşılaştı. Evde başka ekmek yoktu ve ben de onu dilimledim ve kahvaltıya koydum. Eren şöyle bir baktı sofraya ve “normal ekmek yok mu baba” dedi. Onun normali üveyik buğdayı ile yapılmış ekşi mayalı ekmekti çünkü.
Eren 6 yaşındayken Esra’nın çok yakın bir arkadaşıyla markete gidiyorlar. Organik logosunu gösterip “bunlardan alalım, siz de bunlardan alın” demiş. Diğerlerini gösterip, “maalesef bunlardan alanlar da var” demiş.
Paketlenmiş mamüllerden olabildiğince kaçınıyoruz. Çocuklar marketten sadece bir litrelik organik meyve suyu ve çubuk kraker almayı biliyorlar. Çubuk kraker bizim kaçamağımız. Ama markete gidince hiç kaçırmıyorlar, çünkü o bizim tarafımızdan onanmış oldu.
Çocuklar ebeveynlerini taklit eder. Bir sefer sizi cips ile görseler, tamam artık cips serbest gibi olur. Dikkat etmek lazım.
Greta Thunberg’in “Eviniz yanıyormuş gibi hareket etmenizi istiyorum, çünkü yanıyor!” çağrısıyla tüm dünyada ve Türkiye’de çocuklar iklim için harekete geçti. Siz kendi çocuklarınıza iklim krizini nasıl anlatıyorsunuz?
Murat Demirtaş: Karşımıza alıp böyle konuşmalar yapmıyoruz çocuklarla. Ama böyle yaşıyoruz, ben her atölyede Greta ve iklim krizinden bahsediyorum Açık Radyo dinliyoruz ve evde de çokça konuşuluyor. Yani hayatımızın tamamına dahil etmeye çalışıyoruz. Çocuklar çevresinde konuşulan her şeyi dinliyor ve bilgiyi işliyorlar. Sonra bizim olmadığımız bir ortamda bizden daha iyi anlatıyorlar.
Ekolojik seçimler yapmak isteyen anne ve babalar için tavsiyeleriniz neler?
Murat Demirtaş: Ekolojik seçimler yapmak zorundayız. Çünkü bu seçimler bizi normalde aklımıza bile gelmeyecek konularda düşünmeye zorluyor. Çocuklarımızın dünyanın yok olduğunu görmelerini istemiyorsak hemen mücadele etmeye ve tüketimden türetime geçmemiz gerekiyor.
Şehirde ekolojik yaşam mücadelesine devam edecek misiniz? Kırsala yerleşme hayalleriniz var mı?
Murat Demirtaş: Şimidilik buralardayız. Ama fırsat kolluyor ve sürekli bir yerlere gidip geliyoruz . Sonuçta kırsal belki daha da bir mücadele gerektiriyor.
Röportaj: Ayşe Nur Ayan