Bu kadar hızlı yaşamaya ihtiyacımız var mı?
“Bugünkü seçimlerimiz yarınki geleceğimizi yaratıyor. Peki, siz neyi seçiyorsunuz?” sorusunu bize soran yazar, doğal ve sağlıklı yaşam danışmanı, aynı zamanda da üç çocuk annesi, doğal anne Başak Pirtini ile doğal anneliği konuştuk.
Röportaj: Leyla Aslan Ünlübay*
Deşifre: Gözde Özbey – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
Annelikten önce mi sonra mı bu doğal yaşam yolculuğu başladı sende. İ İkinci baskısını yapan “Doğal Annelik Yolunda” adlı bir kitabın var. Kitap dışında neler yapıyorsun?
Başak Pirtini-Öncesinde başladı. Ben çocukluğumdan beri doğayı ve hayvanları çok seviyordum. Ve dünya için, doğa için ne yapabilirim diye aklımda bir soru vardı. Ama ne yapacağımı bilmiyordum. Doğaya, hayvanlara yönelik, çevreyle ilgili bir bölüm okuma niyetim vardı. Fakat hayat beni kimya okumaya itti. Aslında çok da güzel oldu. Çünkü bu benim bakış açımı pekiştirecek bir destek sağladı. Kimyasalsız bir yaşama ilgi duymaya başladığımı fark ettim. Kimya bilmenin verdiği ilgiyle de yaşadığım hayatta bedenime zarar verecek ne kadar kimyasalı azaltabilirim ilgisi başladı. Doğumdan çok öncesinde zaten kişisel olarak bedenime zarar veren bir şeyi uygulamayayım gibi bir eğilimim vardı. Mesela normal doğumu niye tercih ettim, sezaryen olmadım? Çünkü sezaryen bedene bir müdahaledir. Çocuklarıma yapay bir antibiyotik vermek yerine niye doğal antibiyotik içeren besinleri verdim? Çünkü öteki yapay ve bu doğal. Bunun gibi tüm seçimlerimde bu içgüdülerim beni yönlendirdi. Tabii anne olmadan önce tüm hayvanseverlerin deneyimlediği gibi kedilerim ve köpeklerim oldu. Onların yaşadığı rahatsızlıklarda araştırmalarım beni günümüzdeki modern hayatta ne kadar fazla ilaç, aşı, kimyasalın yer aldığını fark etmeme sebep oldu. Ve baktım ki insanlar aslında kedilerini köpeklerini sağlıklı tutmak için hayatlarında bir kere bile veterinere götürmeden doğal besliyorlar. Doğal bağışıklığını kuvvetlendirici fitoterapi, homeopati, akupunktur, akupressure, naturapati, kayropraktik gibi uygulamaları kullanıyorlar. Sonra dedim ki bunlar çok ilginç konular ben de öğreneyim. Bundan 15 sene önce çok fazla Facebook yoktu. Takip ettiğim Yahoo gruplarındaki insanların çocuklarına da aynılarını yaptıklarını fark ettim.
Mesela diyor ki köpeğimizi raw food besliyoruz. Evde de çocuklarımızı katkısız, doğal besliyoruz. Sonrasında homeopati, bitkiler, aromaterapi, fitoterapi gibi konularda kendimi geliştirmek için hedef koydum. İnternetten online kurslar almaya başladım. Blogları, yazıları, kişileri takip etmeye başladım ve çocuklarım olmadan önce dedim ki o zaman çocuklarımı bu şekilde yetiştirebilirim. Sonra buna doğal ebeveynlik dendiğini fark ettim.-Natural parenting- Ve bu doğal ebeveynliğin gerektirdiği bir takım şeyler var. Niye dedim? Bu acaba bir moda mı? Neden herkes bunu yapıyor? Ve sonra baktım ki aslında modadan öte doğaya zarar vermeyen uygulamaları içeren bir ebeveynlik şekli. Benim şu an yaptığım tam olarak doğal ebeveynlik değil. Onun da ötesinde ben ona ekolojik yaşam diyorum. Daha bütüncül bakıyorum. Hem doğal ebeveynliği kapsıyor hem de dünyaya zarar vermeyen kimyasalları, yiyecekleri, iyileştirme yöntemlerini kullanmayı kapsıyor. Aynı zamanda kitabımda çok az bahsettiğim, belki bir sonraki kitabımda yazabileceğim spiritüel bir tarafımız da var. Biz bir makine değiliz. Tam bütüncül sağlığa ulaşmak için ruhani olarak da kendimizi doyuracak birtakım uygulamaları çocuklarıma yapıyorum. Dolayısıyla böyle bir yola girdiğimi fark ettim ve kendimi doğa için ekolojik mesajlar verirken buldum. Dolayısıyla böyle bir şey koydum kendime, niyet koydum. Kendime, mümkün olduğu kadar çok kişiye kimyasalsız, sağlıklı olabilecekleri bir yaşamı anlatmak gibi bir niyet koydum. Çünkü bir kimyager olarak söylüyorum son yüzyılda ne kadar acı ki 80 binden fazla kimyasal doğaya salındı ve bu kimyasallar her yerde. Sudaki plastikler, ağır metaller, toksinler aynı şekilde havadaki bir sürü ağır metaller, toksinler, havadan spreylemeler. Tarımda kullanılan ilaçların -pestisit, herbisit gibi- hepsi hem gıdadan, hem havadan, hem sudan hayatımıza giriyor. Ben de kendi kendime o zaman bütün bu konularda ne yapabilirim diye araştırmaya başladım. Ve bunun temellerini bir kitaba koymaya karar verdim. Aslında 10 yıldır bloglarımda yazıyorum.
O zaman annelik artırdı biraz da senin bu merakını, araştırmanı.
Başak Pirtini-Evet, aslında uygulama faslını kedi ve köpeklerimden sonra çocuklarımda yapmaya başladım.
Bu doğallık kavramı sadece beslenmeyle ilgili bölümde mi var? Yoksa genel olarak annelik ve yaşamda her şeyin doğalı ve doğaya zarar vermeyenini mi tercih ediyorsun?
Başak Pirtini- Evet, öyle aslında. Hepimiz şehirde yaşarken fark etmeden doğaldan uzak pek çok malzemeyi doğal olarak kabul ediyoruz. Yani doğaldan ziyade, günlük hayatımız içinde normal olarak kabul ediyoruz.
Mesela?
Başak Pirtini-Mesela geçenlerde okulda şunu fark ettim. Anaokuluna başlayınca gazlı kalem alın diyorlar. Gazlı kalemi alıyoruz; çok seviyorlar, kullanıyorlar, bitiriyorlar, bitirip atıyorlar. Sonra dedim ki ben bunu niye ve nereye atıyorum ve atınca ne olacak? Bu kadar gereksiz bir şey var mı? Kurşun kalem istesinler. Bunun gibi birçok şeyi fark ediyoruz mesela satın almalarımızda. Ama ben gazlı kalemi çocukken çok severdim, benim de vardı. Bitince arkasına kolonya koyardık ama şimdi gazlı kalemlerin tıpaları da kapalı, bir şey yapamıyorsunuz. Her şey o kadar tüketime dönmüş ki. O yüzden şu anki bütün adımlarımızda bu bilinci vermeye çalışıyorum. Tabii haftada bir koca çöp torbası dolusu plastik poşet çıkıyor evden. Şimdi niyetim bunu azaltmak, azaltmaya çalışıyorum. Dolayısıyla ben doğal yaşamaya çalışırken bunu mükemmel yaptığımı söyleyemem ama kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bence herkesin öyle yapması gerekiyor. Program çekiminden önce konuşuyorduk. Bu kadar çok şeyi bir arada yapınca insanlara fazla geliyor, bunalıyorlar. İşte beslenmesi de var, şekeri de yok, meyve suyunu da sıkıyor, işte bahçesinde kompost da yapıyor, işte bitkisini de yetiştiriyor. Ama bunlar benim düzenli, her gün yaptığım şeyler değil. Çoğunu insanlara bir fikir, bir açıklama, bir farkındalık yaratmak için de paylaşıyorum. Hepsini birlikte yapmam zaten mümkün değil. Günümün normalde nasıl geçtiğini anlatacak olursam; sabah kalkıyorum, çocukların kahvaltıları sonra yemek pişirme, öğlen yemekleri, ortalığı toplama, çamaşır belki bir arkadaşla görüşme, akşam yemeği ve daha sonrasında bir yatış seremonisi oluyor. Gece de ancak kendime ayırabildiğim bir vakit varsa bazen bir şey yapıyorum. Yani belki de doğal yaşama böyle bir yaşantıyı kabul ederek başlamak gerekiyor. Çünkü çok fazla emek istiyor. En ağırını gıdalar alıyor. Çok fazla sebze pişiriyoruz. Gıdayı düzenli olarak almak, getirmek, pişirmek, yapmak… Evde bu konuda iş bölümümüz gayet iyi eşimle. Ve hepsini tabi ki organik alamıyorsun. Sadece beslenme değil, örneğin bir sürü kozmetiğimi alerji yaptığı için attım. Hepsini isteyenlere verdim. Gidip üç parça şey aldım. Organik bir far, ruj ve rimel… O kadar.
Yani aslında sadeleşmek işin temeli?
Başak Pirtini-Evet, yani gerçekten ihtiyacımız var mı her şeyi tüketmeye diye sorgulamaya başladım.
Peki, çalışan annelere ya da genel olarak çalışan kadınlara bununla ilgili bir şeyler önerebiliyor musun? Çünkü senin şu anda yaşadığın ve yapmaya çalıştığın şey çalışan bir kadın için çok ciddi bir yük ve zorluk olarak gözükebilir. Çalışan anne babalara bununla ilgili önerebileceğin, adım adım yol gösterebileceğin böyle küçük şeyler var mı?
Başak Pirtini- Evet, öncelikli olarak sosyal medyada ne kadar vakit geçirdiklerinin bir seceresini tutsunlar. Çünkü ben de dinlenmek için işler arasında geçiş yaparken bir bakıyorum sosyal medyada 20 dakikam geçmiş. Bu 20 dakika toplandığında 2 saate denk gelebiliyor. Bu iki saat içerisinde 1-2 günlük yemeği yapmak mümkün. Aynı zamanda belki çalışırken, arka planda Youtube’dan istediğiniz bir şeyi izleyebilir ya da bir eğitimi dinleyebilirsiniz. Her şey günümüzü iyi planlamak, zaman yönetimini yapmaktan geçiyor. Her şey mümkün. Ne yazık ki sağlıklı olmak emek gerektiriyor. Şu an ki hızlı tüketimde bize çok hızlı bir hayat yaşatıyor. Bu kadar hızlı yaşamaya, bu kadar kazanmaya, bu kadar harcamaya ihtiyacımız var mı? Yani önceliklerinizi gözden geçirebilirsiniz. Ona göre de seçimlerinizi sağlıktan yana mı yapacaksınız, yoksa size anlık iyi gelecek zevklerden ve tercihlerden yana mı yapacaksanız. Bunların ağırlığı ve dengesi ne olacak. Şimdi zevksiz yaşayın da demiyorum. Herkesin kendi kişisel dengesi ve limiti var. Ancak iyi olmaya çalışma isteği her zaman sizi bir aşama daha ileri götürecektir. Mesela öncelikli olarak klasik deterjanlarınızı atarsınız yerine organiklerini alırsınız. Bunlar artık ateş pahası şeyler değil.
Ya da kendiniz yaparsınız.
Başak Pirtini- Ya da mesela kendiniz yaparsınız. Şimdi piyasada içeriği aynı evde yapılanlar gibi çok güzel ürünler var. Tabii onları alınca da diyorsun ki plastik atığı var; kendim yapabilir miyim? Sonra toplu malzemeyi alacağınız yerleri bulmak gerekiyor. Bunlar zaman harcatan şeyler. Ama çalışıyor ve yoğurt bile mayalamaya zamanı yoksa, vücudumuza kimyasalların girişini durduracak bir takım çalışmalar yapılabilir. Evinizi detoks yaparsanız. Evinizdeki tüm bulaşık ve temizlik malzemelerini dönüştürürsünüz. Neler atık çıkartıyor bunları azaltırsınız. Yazın böyle bir liste. Bir ay içerisinde onları dönüştürmeniz gerekli değil. Mesela deyin ki bir sene sonunda ben bunu halletmiş olacağım ya da iki sene sonunda şunu yapmış olacağım.
Aslında bir liste çıkarıp sadeleşmeye nereden başlayacağımızı sorgulayabiliriz. En kolay vazgeçebildiklerimizden başlayabiliriz mesela.
Başak Pirtini-Kitabımda da sizlere beslenmeyi nasıl yapacağınızı ya da evdeki tarifleri uygulayacağınızı detaylı olarak yazdım. Sağlıklı bir beden için hayatımızdaki kimyasalları azaltmamız gerekiyor. Son yüzyılda sokağa ve doğaya bıraktığımız atıklardan, kimyasallardan dolayı fark etmeden bedenimize çok fazla yük biniyor. Özellikle annelerin hamile kalmak istediklerinde çok dikkatli olması gerekiyor. Biliyorsunuz bebekler hamilelik boyunca annenin kanını temizliyor. Doğduklarında bebeklerin kordon kanında 280’den fazla kanserojen toksik kimyasal bulunmuş. Ve bu bebeklerin eksiyle doğdukları anlamına geliyor. Bir de üstüne rutin kapsam içerisinde doğum sırasında yapılan müdahaleler, kullanılan aşılar, antibiyotikler var. Bazı bebeklerin bünyesi bunu kaldıramıyor. O zaman da bu toksinler bir takım otoimmün rahatsızlıklara ya da alerjiye, astıma, büyük pişiklere, uyku bozukluklarına, davranış bozukluklarına yol açabiliyor. Yani benim anlayışım şu; hayatımızda gıda, hava, su, temizlik malzemeleri ya da kozmetik gibi kimyasalların girdiği şeyleri azaltalım, içimizi temizleyelim. İçimizi temizlerken kullandığımız iyileşme yöntemlerini de örnekleriyle birlikte yazdım. Çocuğun ateşlendiğinde ne yapıyorsun? Anne o kadar uzun süre işten ayrı kalabilecek mi? Yoksa çocuğa birisi mi bakacak? Çocuk sahibi olmanın sorumluluğunu alıyorsa, onun da sorumluluğunu alarak o izni almasının gerekli olduğunu düşünüyorum .
Kestirmeden olmuyor bazı şeyler.
Başak Pirtini-Evet kestirme diye bir şey yok. Bir hafta boyunca antibiyotik kullandırıyorlar. Bu da sağlığı bir kısır döngüye sokuyor.
Neredeyse 10 yıldır hiç antibiyotik kullanmadan, çocuklarının hastalandığı her anda doğal yolları tercih ederek onları büyüten bir annesin. Ama orada da şöyle bir şey var; kaygılı anne tipi ülkemizde birçok yerde çok var. Ateş düşürücüyü verdiği an ateşi düşünce anne sakinleşiyor. Ama normal yollarla ateşi düşürmeye çalıştığında o bazen 3-4 günü bulabiliyor.
Başak Pirtini-Evet, ilk başta anneyi sakin tutmak gerekiyor. Zaten en büyük mücadeleyi biz anneler kendimizle veriyoruz. Şu an belki sakin konuşuyorum ama benim de çok stres olduğum, endişelendiğim anlar oldu. 41,7 ateş gördüm ve bir homeopatik remedi verince yarım saat içinde düştü. Ya da 41 ateşle 3-4 gün durdu ondan sonra bir baktık 6. hastalık patladı. Ama işte o sırada bilmeden o anki bilgilerimizle verdiğimiz ateş düşürücü o hastalığın ilerlemesini durdurmuyor. Çünkü vücudun yapması gereken bir iş var, bağışıklık çalışıyor. Çocukluk hastalıkları eğer çocukken geçirilerek bağışıklık desteklenirse, yetişkin olduğunda kanser gibi diğer hastalıklara karşı bağışıklık sisteminde ön bir egzersiz oluyor. Eğer çocuklar çocukluklarında bu hastalıkları atlatmadılarsa, ötelendiyse vücut bağışıklıkları hiçbir zaman yeterli egzersizi yapmış olmuyor.
Ötelemekten kastın antibiyotiklerle baskılandırmak mı?
Başak PİRTİNİ-Mesela aşılar yapılıyor; aşı yapılan çocuk o hastalığı geçirmediyse düşünülüyor ki çocuk hasta olmadan büyüdü. Ama ismi üstünde çocuğun çocuk hastalığını atlatması gerekiyor. Atlatmadığında yetişkinlikte çok daha ağır atlatıyor ve yetişkinlikteki hastalıkları atlatma becerisini kazanmamış oluyor. Bu benim söylediğim bir şey değil. Kanserle ilgili izlediğim pek çok belgeselden duyduğum, doktorlardan, bilim adamlarından bizzat dinlediğim bir şey. Dolayısıyla her bilinçli anne babanın kendi araştırmasını yapması gerektiğini savunuyorum. Kitabımda kısa kısa bilgiler, yönlendirmeler ve okunacak başka kitaplar var. Tek bir bakış açısını savunmuyorum. Herkesin kendi hayatı kendisine özel. Hepimizin kendisine ait korkuları, yargıları, endişeleri var. Ve bunları aşmak çok zor. Kendimce çözebileceklerim doğrultusunda şu anki hayatımı yaşıyorum ve seçimlerim buna bağlı. Kimseden benim gibi yapmasını bekleyemem. Çok daha iyi yapanlar da var elbette; öyle kişilerle de karşılaşıyorum. Demek istediğim şu; ben modern şehirde hiç epidural kullanmadan üç tane normal doğum yapabilmiş -kimisinde biraz müdahale var kimisinde daha az müdahale-çocuklarını toplamda 6 seneye yakın emzirmiş, hiç antibiyotik kullanmadan 10 yıldır çocuklarını iyileştiren bir anneyim. Bunu modern şehirde yapabildiysem ya şansım yaver gitti ya da siz de benim gibi şanslı olabilirsiniz. Bu bakış açısıyla herkese mesajlarımı iletmeye çalışıyorum. Biliyorsunuz en hızlı 100 metreyi koşan kişi koşmadan önce insanlar 100 metrenin 10 saniyenin altında koşulacağına inanmıyorlardı. Sanıyorlardı ki kalbi patlar ve asla böyle bir şey denenmemeli. Birisi koştu, şimdi daha hızlı koşuyorlar ve gitgide de hızlanıyor. Ben de diyorum ki ben yaptıysam başardıysam, siz hangi hayat şartlarında yaşıyor olursanız olun, eğer bunu yapmayı seçerseniz, siz de yapabilirsiniz. Evet zor ve her gün bir mücadele var. ‘Şeker verme çocuğuma, çikolata verme’ Kendi ailemde de var; ancak, tabi ki kendim geliştirdiğim yöntemler de var. Evet mesela çocuk %90 zaten sağlıklı besleniyorsa sebze-meyve ağırlıklı, tahıl ağırlıklı-tabii tahıl derken sokaktaki her ekmeği demiyorum- tam buğdaydan yerli tohum, atalık tohum bunlara uygun şekilde hazırlamış olandan bahsediyorum. Yoksa börek çörek pastadan bahsetmiyorum ne yazık ki. Ben de çok severdim hamurun her türlüsünü ama şu anda sağlık durumu daha iyiye götürmek adına tercih etmiyorum, canım çekse de belki bazen yemiyorum. Bunun karşılığından yenen zararlı şeylerde sebzeleri özellikle ağırlıkla yenmesini öneriyorum. Bunun öğretilmesi gerekiyor. Zaten sağlıklı olmanın temeli bence sebze yemek.
Peki, çocuklar büyüdü artık dışarıda bambaşka bir hayat olduğunu da görüyorlar. Bütün sınıf arkadaşları onlar gibi yaşamıyor ve çocuk olduğu için bazen o parlak cafcaflı ve çok ilgi çeken şeyleri almak, sahip olmak ya da onların içinde olmak istiyor. Çocuklarda bir isyan demek istemiyorum ama en azından sorular var mı?
Başak Pirtini-Şimdi şöyle; biz alışverişe birlikte gitmiyoruz, eskiden pazara birlikte gidiyorduk. Dolayısıyla markete gittiğimizde de onlar hakkında öncesinde konuşuyoruz, bazı belgeselleri izliyoruz. Mesela şeker belgeseli ‘that sugar movie’ var. Bu gibi uygulamaları yaparak öncelikle kendiniz yemeyeceksiniz ki çocuklarınız da yemesin. Eve Nutella ve kola giriyorsa, çocuğunuza ‘bunları yeme içme çocuğum, bunlar zararlı ama ben büyüdüm yiyebilirim’ diyorsanız; o da yiyecektir. Ailenin beslenmesini avcı toplayıcı, taş devri ve bitkisel ağırlıklı bir şeye dönüştürmesi gerekiyor. Dolayısıyla herkesin dönüşüme önce kendisinden başlaması lazım. Anneler kendi dikkat edecek. Ben yemediğimde diyorum ki; ‘bak ben şeker yemiyorum, çünkü kendimi sağlıklı tutuyorum ki sen büyüdüğünde de sağlıklı kalayım, seninle ve çocuklarımla oynayacak enerjim olsun. Ben bir kenarda hasta oturmak istemiyorum, kendime bakıyorum.’ Bu bilinci çocuklara verince, onlar da kendi bedenleri hakkında doğru seçimler yapacaklar diye düşünüyorum.
Çocuklar ve ev yaşantısı dışında eğitimler de veriyorsun. Senin eğitimlerine katılmak isteyenler sana nereden ulaşacaklar? Bir blogun ya da bir Instagram hesabın var mı ?
Başak Pirtini– ‘Doğal anneyim’ ya da Başak Pirtini yazınca internette yüzlerce yazıma ulaşabilirler. basakpirtini.com adlı sitemde bütün bloglarım, kitaplarım, yazılarım ve deneyimlerimin kaynaklarına ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda Twitter, Instagram, Facebook gibi her yerde de ‘Doğal anneyim’ olarak geçiyor. Sağlıklı hayat için önerdiğim her şey var. Bazen ana okullarından ya da okullardan davet alıyorum. Sağlıklı beslenme ve çocukları sağlıklı, ilaçsız yetiştirmek konusunda eğitimler de veriyoruz. Velilere, çocuklara; neyi, nasıl ve doğru bir şekilde yiyeceklerini anlatıyorum. Mesajlarımı vermeyi sürdüreceğim.
‘Doğal Annelik Yolunda-Annelik ve Hamilelik’ kitabında, burada konuştuklarımızdan çok daha fazlası ve çeşitli öneriler, tarifler mevcut.
Başak Pirtini-Sadece doğum gibi anlaşılmasın. Çünkü içerisinde sağlıklı bir bedene sahip olmanın formülü var. Bebek doğurmak için uygun olan bir beden aslında ömür boyu sağlıklı yaşayacak bir bedendir. Herkese faydalı olmasını ümit ediyorum.
Röportaj: Leyla Aslan Ünlübay*
Deşifre: Gözde Özbey – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
*Açık Radyo’da 25 Ocak 2019 tarihinde yayımlanan Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam Programı’ndan yazıya aktarılmıştır. Programı buradan dinleyebilirsiniz.