“Doğa dostu üreticilerin artması şehirdeki tüketicilerin elinde.”
Kent Çiftçisi, sürdürülebilir, ekolojik bir yaşamın şehirde de olabileceğine inanan ve bunu teorikte bırakmayarak pratikte de deneyimleyen bir ailenin hikayesi. Umut Bayhan, eşi Münevver, 10 yaşındaki oğulları, kedileri İda ve köpekleri Gölge ile beş kişilik bir ekip. “Şehirde, küçük alanlarda her şeyi üretmemiz mümkün olmayabilir ancak üretmenin ve türetmenin paradan bağımsız, ölçülemeyen bir değer olduğunu anlıyoruz. Bunu anlamak için evde üretmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum” diyen Umut Bayhan ile kent bahçeciliğini konuştuk.
Röportaj: Gözde Özbey – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
Kent Çiftçisi’nin hikâyesi nedir, nasıl başladı?
Kent Çiftçisi hikâyemiz oğlumuz Ahmet Eren’in doğumu ile başladı. Anadolu’daki ‘her çocuk doğduğunda ağaç dikilir’ kültüründen etkilenerek sitede bizim bloğun boş alanlarına yaklaşık yirmi farklı meyve ağacı diktik. Aslında bu toprağa dokunma hikâyesi zaten genelde ailelerde ya bir sağlık problemiyle ya da bir çocuğun doğumuyla başlıyor. Bizde de çocukla başladı.
Bu ağaçları diktikten sonraki beş sene ağaçların yıllık bakımları dışında bir şey yapmadık. Ta ki eşim Münevver’in 2015 yılında Permakültür Tasarım Sertifikası kursunu almasına kadar. Bu eğitimden sonra hayatımız başka bir yöne evrildi. Nasıl sağlıklı gıda üretebiliriz, tüketimi nasıl azaltabiliriz diye düşünmeye başladık. Şehirde yaşarken nasıl türetebilirizi daha çok sorgular olduk.
Bu bağlamda İstanbul’un şanslılarındanız; Reşitpaşa’da eski bir sitede oturuyoruz. Üç katlı, geniş yeşil alanlı ve bolca fıstık çamı, yeşil bitkiler ve meyve ağaçları bulunan bir kooperatif. Önce balkon, sonra yavaş yavaş bahçeye yükseltilmiş yataklar derken şimdi sitenin gözümüze kestirdiğimiz ortak yeşil alanlarının yaklaşık 25-30 m²’ lik kısmında ekim-dikim yapıyoruz.
Son dört senedir de kendi deneyimlerimizi Instagram üzerinden “kentciftcisi” hesabı ile paylaşıyoruz. Aslında Kent Çiftçisi’nin yüzü ben gibi görünsem de arkasında eşim Münevver, oğlum Ahmet Eren, kedimiz İda ve köpeğimiz Gölge olmak üzere beş kişilik bir ailenin deneyim hikayesi var.
Bahçede neler yetiştiriyorsunuz ve ihtiyacınızın ne kadarını karşılıyor?
Yazın daha çok domates, biber, salatalık, fasulye gibi temelde tükettiğimiz ve en çok sevdiğimiz sebzeleri yetiştiriyoruz. Bu yıl kale yetiştirmeyi deniyoruz. Kekik, biberiye, lavanta gibi çok yıllık bitkiler var. Çuvalda patates deniyoruz. Kışın da, bir yandan profesyonel olarak çalıştığımız için çok vaktimiz olmuyor maalesef az üretim yapabiliyoruz. Az da olsa geçen kış biraz brokoli ve karnabahar denedik. O yüzden kışın daha çok nadasa bırakıyoruz diyebiliriz.
Yazın belli bir dönemde domates ihtiyacımızı karşılıyoruz ama mesela fasulye bir hafta bahçedense, bir hafta küçük üreticilerden ya da %100 Ekolojik Pazarlar’ dan temin etmeye çalışıyoruz.
Çok yıllık olarak da meyve ağaçları var. Mesela erik dönemi başladığı zaman yeşilinden, kırmızısına, sarısına kadar birçok farklı çeşidini bahçeden topluyoruz. İki tane ceviz ağacımız var ve kendimize yetecek kadar toplayabiliyoruz. Onun dışında armut, elma, limon, vişne ve portakal ağaçlarımız var. Son iki senedir bu ağaçlardan da meyve yemeye başladık. Bu meyve ağaçları büyüdükçe ihtiyacı karşılama kapasitesi de artacaktır. Bir yandan da pazara gidip üreticilerle sohbet etmeyi de çok sevdiğimiz için şu an her şeyi üretmek de istemiyoruz.
Bahçecilik hayatınıza neler kattı?
Şehirde alan küçük de olsa üretim yapmak; küçük üreticiyi ve süreçleri anlamak konusuna çok ışık tutuyor. Gösterdiğiniz emeğe istinaden bunun tarlada ne kadar emekle yapıldığını anlayınca bu da birtakım başka sorgulamaları beraberinde getiriyor: ‘Dışarıda yediğim gıda gerçek gıda mı? Zehirsiz mi?’ diye sormaya başlıyorsun. Çünkü kendin üretip o tadı aldığında, dışarıda da o tadı arıyorsun.
Şehirde, küçük alanlarda her şeyi üretmemiz mümkün olmayabilir. Ancak üretmenin ve türetmenin paradan bağımsız, ölçülemeyen bir değer olduğunu anlıyoruz. Bunu anlamak için evde üretmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Pandemi süreci ve bu süreçte gıdaya ulaşma konusundaki kaygılarımız, doğadan ne kadar uzaklaştığımızı da gösterdi. Kendi gıdamızı yetiştirme süreci ile ilgili donanımlarımızın zayıf olduğunu, hatta hiç olmadığını fark ettirdi.
Kentte üretmenin hayatımıza kattıklarından bir tanesi de her şeye çabuk ulaşma dürtümüzün yavaşlaması oldu. Sabretmek ve beklemek konusunda dönüşüm sağladı. Ne kadar zorlarsak zorlayalım, zamanı gelmeden bazı şeylerin olmadığını daha net görüyoruz. Özellikle tohumdan yetiştirme süreci bu anlamda çok farkındalık kazandırıyor.
Kendi adımıza, Kent Çiftçisi olarak aile gibi olduk. Ve daha fazla üretici ile tanışma şansımız oldu. Aynı zamanda bahçecilikte fayda sağlayacak kompost da hayatımıza girmiş oldu. Bokaşi, solucan ve bazen de soğuk kompost yapıyoruz.
Belki de en önemlisini sona saklamış olduk. Ailede çocuk varsa, yedikleri şeylerin nasıl yetiştiğini görmeleri doğadan kopmamaları için çok önemli. Kentte üretmenin en önemli katkılarından biri de bu olabilir.
Kompost yapmanın bahçede ne gibi faydalarını görüyorsunuz?
Toprak ne kadar kaliteliyse alacağımız ürün de o kadar kaliteli oluyor. Ayrıca kompost ile topraktan aldığımızı toprağa geri veriyoruz. Bugün gidip dışarıdan solucan gübresi almaktansa hâlihazırda elinizin altında bulunan çıktıları kullanmış oluyorsunuz. Bizim alanımız küçük olduğu için evden çıkanlar da yeterli oluyor. Hem ekonomik olarak daha uygun hem gıda artıklarımızı dönüştürerek karbon ayak izimizi azaltıyoruz hem de toprak için çok faydalı.
Herkes, özellikle de bokaşi kompostunu rahatlıkla yaparak, gıda atıklarını dönüştürebilir.
Kentte de olsa bahçecilik yapıyorsunuz. İklim krizinden nasıl etkileniyorsunuz?
İki senedir çok net gözlemliyoruz. Haziran’ın sonuna kadar yağan yağmurlar salatalık, biber ve özellikle de domateste verim kaybına neden oluyor. Olmaması gereken bu yağmurlar sebebiyle bitki ekstra büyüyor ya da mantari hastalıklar çoğalmaya başlıyor. Ürettiğimiz gıdayı kaybetme riskimiz daha da artıyor. Eskiden Mayıs’ın belki ortalarında İstanbul’da yağmurlar biterdi, yağsa bile hafif hafif geçerdi. Son dönemde şiddetli, aniden bastıran, tek yıllık bitkilere zarar veren yağmurlar görüyoruz.
Bizde bile bu kadar kayıplara yol açıyorsa tarladaki üreticiler için ciddi bir kayıp demek. Bunun tüketici olarak bize yansıması ise ya gıdaya erişimde sıkıntı ya da fiyat artışı olacaktır.
Deneyimlerinizi Instagramda paylaşmaya başladığınızda insanların bu kadar ilgisini çekeceğini düşünüyor muydunuz? Başlarken bir misyonunuz var mıydı?
Özellikle yurt dışında bu tarz hesapların ilgi gördüğünü biliyorduk çünkü bilgi değerli bir şey ve paylaşıldıkça çoğalıyor. Bir yandan da zaten yaptığımız bir şeydi. Bunu yaparken de buna başlamak isteyen fakat korkuları olan insanlarla temas edip, karşılıklı bilgi ve deneyim paylaşabileceğimiz bir alan yaratmak istedik.
Herkes şehirden göçüp kırsala gidelim derken aslında çoğumuzun kalmaya devam edeceği şehirde neler yapabileceğimizi göstermek istedik. Doğayla uyumlu üretim yapan üreticilerimiz çok kısıtlı. Bu üreticilerin artmasını sağlamak ise şehirdeki tüketicilerin elinde.
Bir de eğitimler yaptınız…
Instagram’daki paylaşımlar her şeyi anlatmakta yeterli olmuyor. O yüzden de deneyimlerimizi paylaştığımız, ticari bir kaygı gütmeden insanların katkı payı koyduğu ve toplanan bu katkının misyonuna inandığımız sivil toplum kuruluşlarına bağışlandığı birkaç eğitim yaptık. Bunu yakın zamanda tekrarlamayı ve hatta bilinçli bir şekilde bu alana hayatımızda daha çok alan açmayı planlıyoruz. Bir taraftan da yurt içinde ve yurt dışında kendimiz de eğitimler almaya devam ediyoruz.
Şu an uğraştığınız başka projeler ve fikirler var mı?
“Tarladan sofraya” diye bir kavram oluşmaya başladı. Bizim de biraz daha küçük ve butik otellerde bunu hayata geçirmek gibi fikirlerimiz var. Silivri’de arkadaşımızın butik otelinde bunu yapmaya başladık. İlk yetişen kabaklar menüye girdi. Şu an yurt dışında bu konsept çok ilerledi, kendi mutfağını buna dönüştüren şefler var. Türkiye’de de bu yapılmaya başlandı. Daha da ilerleyeceğini düşünüyoruz.
Denediğiniz farklı tohum çeşitleri var mı?
Tam bir domates aşığı olduğum için birkaç farklı çeşit deniyoruz: Pembe, Bulgar iri, mavi güzellik, Kapıdağ veya okka domates diye bilinen cinsler bunların birkaçı.
Bu sene Fethiye’den bir dostumuzun gönderdiği kırmızı fasulye gibi tohumunu çoğaltmak için ektiğimiz çeşitler de oluyor. Üç yıl üst üste ekince bir tarlaya yetecek kadar tohumunuz oluyor. Biz de çoğalttığımız bu tohumları ekim yapan eş, dost ile de paylaşarak tohumların çoğalmasına katkı sunmaya çalışıyoruz.
Yurt dışından getirdiğimiz ya da etkileşimde olduğumuz diğer insanlardan aldığımız tohumlar da oluyor. Ama genelde bölgeye uygun olması açısından Marmara Bölgesi dışına çıkmamaya çalışıyoruz.
Bahçeciliğe balkonda ya da apartman bahçesinde başlamak isteyenlere neler önerirsiniz? Hangi kaynak ve eğitimleri tavsiye edersiniz?
Kontrol edilebilir bir alandan başlamalarını tavsiye ediyorum. Biz hala 25 m²’de kontrol edebildiğimiz bir alanda üretim yapıyoruz. Yalnızca bir saksıya bakacak alanınız ve zamanınız varsa ondan başlamak daha doğru. Onun öncesinde de yetiştireceğimiz alanın güneş ve rüzgâr durumunu tespit etmek için gözlem yapmak gerekiyor. Eğer alan sürekli gölgede kalıyor ve rüzgâr alıyorsa üretim yapmak için daha fazla emek vermemiz gerektiğini bilmemiz gerek.
İlk başlayacaklar için fideden yetiştirmeyi öneriyorum. Çünkü tohumdan fide yapma süreci kolay olmayabiliyor. Fide ile başlamak işimizi kolaylaştıracaktır. Örneğin, İstanbul’da yaşayanlar için %100 Ekolojik Pazarlar’da fide satışı yapılıyor.
Fide ile başlarken de, mesela domates değil de biber ve salatalık gibi sebzelerden başlamaları daha iyi olur. Domatesin su ile ilişkisini anlamak biraz zaman alabiliyor ama biber fazla suyu tolere ediyor.
İlla tohumdan üretmek isteyen ama ilk kez başlayacakların hibrit tohum kullanmalarında da bir sakınca görmüyorum. Çünkü atalık/yerel tohumlar çok değerli ve deneyim kazanırken onları heba etmemek lazım. İlk aşamadan sonra ufak ufak atalık/yerel tohumları hayatlarına sokmaları çok daha iyi olacaktır. Alanı ve zamanı az olanlar saksıya biberiye, kekik, nane, fesleğen gibi daha az bakım gerektiren çok yıllık bitkileri dikerek başlayabilirler.
Kitap konusunda da; Yeni İnsan Yayınevi’nin Şehirde Permakültür, Permakültür Bahçeleri, Pratik Sebze Bahçeciliği gibi çok fazla yayını var. Çeşitli bahçecilik videoları var. Ama çoğu kitap ve video deneyim paylaştığı için günün sonunda kendin denemek ve deneye yanıla ilerlemek çok daha öğretici ve kalıcı oluyor.
Bill Mollison’ın Permakültüre Giriş kitabı mutlaka okunmalı. Çünkü bu sayede asıl derdimizin üç domates, beş salatalık olmadığını; doğayla kurduğumuz ilişkiyi onarıp, onunla savaşmak değil, uyumlu yaşamak gerektiğini anlayabileceğiz. Ve tabi ki insani dürtülerimizin önüne geçip, doğa gibi cömert olmayı da tekrar hatırlayacağız.
Röportaj: Gözde Özbey – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi