ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

”Söylediklerimiz öğretebileceklerimizin pek azını oluşturuyor.”

Yayınlanma Tarihi: 5 Mayıs 2019
”Söylediklerimiz öğretebileceklerimizin pek azını oluşturuyor.”

Ekolojik Anne serimize Buğday Derneği Koordinasyon Kurulu Üyesi Oya Ayman ile devam ediyoruz. Oya Ayman, yaşamındaki dönüşümü, çocuk sahibi olmanın bu dönüşümdeki etkisini ve Victor’un, oğulları Ali ile ilişkisini anlatıyor…

Röportaj: Aslı Erdursun – Gönüllü İletişim Ekibi

Buğday’la yolun nerede ve nasıl kesişti?

OYA AYMAN: Buğday’la yolum 1997 yılının aralık ayında Bodrum’da EKİLAT, yani Ekolojik Köyler İletişim Ağı toplantısında kesişti. Güney Amerika’dan yeni dönmüştüm. Seyahatten sonra neler yapabileceğime, nereden devam edeceğime dair bir arayış içindeydim. Aktif gazeteciliğe geri mi dönsem, izlenimlerimi mi yazsam, diye bir düşünüyordum…

Güney Amerika’da mı yaşıyordun?

Hayır. 1997 yılının Haziran ayında işi gücü bırakıp her şeyi satıp bir maceraya atıldım. Döndükten iki ay sonra ablam Nur ile (kendisi o zamanlar HABİTAT Zirvesi sonrasında oluşan sivil toplum hareketinin içindeydi) birlikte Bodrum’da Buğday Vejetaryen Restoran’da yapılacak EKİLAT toplantısına gittik. Toplantıda hem çevre ile ilgili bir sürü kuruluşun temsilcisi hem de bireysel katılımcılar vardı. Ekolojik yerleşimlerle ilgili insanlar henüz hayal kurma safhasındaydı. Bu konuda çok az insanın, kısıtlı bilgisi vardı. İnsanlar böyle bir yaşamın ayrıntılarına hakim değildi. Buğday hareketinin kurucusu Victor ile ilk kez orada karşılaştım. Victor’un o toplantıda yaptığı konuşmadan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Konuşmasında bir buğday tohumunun hikâyesini anlatmıştı: Buğday tanesinin tohum olup toprağa nasıl düştüğünü, saplarının ve yapraklarının toprağa karışıp çürüyerek nasıl gübreye dönüştüğünü, çürümeyle ortaya çıkan organizmaların o tohumu nasıl beslediğini ve o tohumun topraktan, güneşten, yağmurlardan beslenerek tekrar nasıl filizlendiğini ve başak verdiğini, derken bu başaktan düşen danelerin nasıl yeniden tohuma dönüştüğünü… Buğday tohumu gibi hepimiz birer tohum olarak bu dönüşümün bir parçasıydık ve Victor, bunu o kadar güzel aktarmıştı ki, sanki karşımızda bir buğday tohumu konuşuyordu…

Sen o zamanlar tarımsal üretim yapıyor muydun?

Hayır. Gazeteciydim ve İstanbul’da yaşıyordum. O zamanlar yeni gelişmeye başlayan çevre habercliği konusunda aktiftim. Kırda olmaktan, köylerde vakit geçirmekten, arkadaşlarımla kamp yapmaktan, geleneksel üretimlere tanıklık etmekten keyif alıyordum.

Victor konuşmasının sonunda ”Bu bütüne hizmet etmek bütün derdim ve hepimizin derdinin de bu olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun içinde konuşmaktan öte yapmak gerek” demişti… Bu sözler bir şekilde içimde yer etmiş ama bunu sonradan keşfettim. Bu toplantıdan birkaç ay sonra Coşkun Aral’ın Haberci programında çalışmaya başladım. Dünyanın farklı ülkelerine sürekli seyahat ediyordum. Uzun bir seyahat sonrasında eve döndüğümde, kapıda bir zarf buldum. Buğday Restoran’dan gelmişti ve içinde Buğday bültenin ilk sayısı vardı. Kapakta kerpiç fırınında Restoranın tam ekmeklerini yapan Makbule teyzenin bir fotoğrafı vardı. Bültende geleneksel yaşamlarla ilgili hikâyeler, taş ve kerpiç yapılar hakkında bilgiler, sağlıklı yemek tarifleri ve ekolojik yaşamla ile ilgili haberler vardı. Yazılar doğrudan tanıklıkları aktarıyordu. Çok samimi bir dili vardı ve Victor katkı vermek isteyenleri davet ediyordu. Victor’a telefon açtım ve gazeteci olduğumu, bültene katkıda bulunmak istediğimi söyledim.

Doğayla ve ekoloji konusunda ne yapabilirim konusunda çok düşünmüşütm ve fırsat bu fırsat deyip, buğday bültene katkıda bulunmaya başladım. O sıralar İstanbul’da yaşamaya devam ediyordum. Bir süre sonra kendimi bültenin içeriğini hazırlar halde buldum ve 1999 yılında bülteni dergi haline getirdik. 2002 yılında da Buğday Derneği kuruldu.

Ekolojik yaşam biçimini benimseyişin ne zaman oldu?

Ekolojik yaşam terimi bu kadar yaygın değildi o zamanlar; doğal yaşam biçimi diyorduk. Kavramlar sürekli değişiyor… Doğada olma hali bana iyi hissettiriyordu. Sanırım bu duygularım izcilik ve kampçılık yıllarımda yeşermeye başladı. Doğadaki varlıklara saygı, nefsi müdafaa ve gerçek ihtiyacımız değilse bir canlıyı öldürmemek, ardımızda fazla iz bırakmadan yolumuza devam etmek, varolanla yetinmek, olana şükretmek… Tüm bunlar ailemin bana verdiği ve izcilik yaşamımda da pekişen değerler… Babamın ilk çocukluğu Manisa’da bağlarda geçmiş ve yedi yaşında ailesiyle İstanbul’a gelmek zorunda kalmış. Onun kırlarda yaşadıklarını dinleyerek büyüdüm. Babamın anlattığı hikâyeler bende yer etmiş sanırım; kırlarda olmak bana hep mutluluk vermiştir. Bu duygularımın yanında Buğday’da yer aldığım çeşitli projeler ve gittiğim çiftliklerde, toprakla uğraşmanın da beni mutlu ettiğini fark ettim. Temelde beni mutlu edense üretmek… Bu duygular ve mümkün mertebe doğadaki diğer varlıklara zarar vermeden yaşama isteği beni kırsalda bir yaşama yönlendirdi. Kendi enerjini üretmek, yağmur suyunu hasad etmek, yiyeceğini yetiştirmek kırsalda daha kolay. Ben de mümkün olduğunca küçük ayak izleri bırakarak sade bir yaşam sürmeye çalışıyorum.

Ali ne zaman dünyaya geldi? Hamilelik süreci ve doğum anı nasıldı?

Victor’la İstanbul’da yaşıyorduk. Hamile olduğumu Victor’a söylediğimde bana söylediği ilk şey, “Galiba hayatımızı değiştirmemiz gerekiyor” oldu. Bir bebek geliyordu ve onu kentte büyütmeyelim istedik. Bodrum Yalıkavak’ta Victor’un annesinin bir köy evi vardı ve hamileliğimin altıncı ayında oraya yerleştik. Üst katta elektrik yoktu, alt katta ise bir tane priz vardı, o da aydınlatma ve faks içindi… Dergide yer alacak yazıları faksla alır, düzeltir, elle yazıp İstanbul’daki ofise fakslardım. Odun ateşinde yemek pişiriyor, sabun rendesi ve küllü su ile çamaşırlarımızı yıkıyorduk, doğuma orada hazırlandım. İstanbul’da birkaç kez ultrasona girmiştim. Her şey normaldi. Bodrum’da doğuma kadar hiç doktora gitmedim; çok deneyimli bir ebenin kontrolüyle doğuma hazırlandım. Evde doğum yapmak istiyordum.

Doğum evde mi oldu?

Hayır, şartlar hastaneye gitmemizi gerektirdi. Çok istedik ancak bir komplikasyon nedeniyle, ebe çok deneyimli olmasına rağmen, riske girmek istemediğini söyledi. Bebeğin kalp atışları yavaşlamaya başlayınca apar topar hastaneye gittik. Doktor hemen sezaryen yapılmasına karar verdi. Doğuma girerken çok endişeliydim. Ancak ağlamasını duyduğumda bütün endişelerim yerini müthiş bir sevince bıraktı.

Ali kaç yaşında?

19 yaşında.

Nerede yaşıyor?

İzmir’de yaşıyor. Lise son sınıfta okuyor ve üniversiteye hazırlanıyor. Dört yıldır iki ayrı yurtta kaldı ve bu yıl kendi isteğiyle bir apartman dairesine taşındı. Sorumluluğunu bilmek, ev idaresi, bazı resmi işlerin halledilmesi gibi meselelerde çok ciddi bir yol katetti. Ben de bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Bu arada bütçesini yönetmeyi, davranışlarının sorumluluğunu almayı, özgürlüğün sınırsızlık olmadığını, komşuluk haklarını, yemek pişirmeyi, arkadaşlarını ağarlamayı öğrendi. İhtiyaçlarının ne olduğunun çok farkında. Bu tür alışkanlıkların aileden görerek oluştuğunu düşünüyorum. Çocuklar, onlarla yaptığımız konuşmalardan çok bizim tavırlarımız, yaşamdaki duruşumuzdan örnek alarak öğreniyor. Söylediklerimiz onlara öğretebileceklerimizin pek azını oluşturuyor. Asıl, görerek ve deneyimleyerek öğreniyorlar.

Mesela onu dinliyorsan o da dinlemeyi öğreniyor, ona kendini anlatma fırsatı veriyorsan kendini ifade etmeyi beceriyor vs. Sen hep sinirliysen o da hırçın bir çocuk oluyor. Sen sofraya ne koyuyorsan onu yemeye alışıyor. Küçükken bizimle birlikte vejetaryen beslendi. 10 yaşından sonra ise beslenme konusunda kendi seçimini yaptı. Şimdi neredeyse hiç yemek ayırmıyor.

Ali tüketim alışkanlıkları konusunda da bizi örnek aldı. İhtiyacı olmayan hiçbir şeyi satın almıyor. Azla yetinmeyi biliyor. Kullanmadığı bir şeyi arkadaşlarıyla takas ediyor. Yardımsever ve adil.. Ali doğduğunda iki şey için dua ettim; vicdanlı ve mizah duygusu olan bir insan olmasını diledim… Temelde vicdanlı ve adaletli olmayı bilen birinin üzerine öreceği duvarların da sağlam olacağına inanıyorum.

10 sene sonra ilk et yediğinde nasıl bir tepki verdi?

Tavuk yemiş ve ekmeğe benzetmişti. Şu anda da et de yiyor ama çok düşkün değil ve sebze yemeklerini de çok seviyor. Kereviz ve mercimeğe bayılıyor.

Ali küçükken aileniz için neler üretiyordunuz?

Ali liseye başlayana kadar İstanbul’da yaşıyordum ve gıda olarak, yaşadığımız sitenin bahçesinde yetiştirdiğim birkaç domates, salatalık, biber ve çilek dışında bir şey üretmiyordum. Evde yoğurt ve bazen de ekmek yapıyordum. Ali ekmek hamuru yoğurmayı 10 yaşında öğrendi. O zamanlar da mutfak atıklarımızdan kompost yapıyordum. Şişli’de %100 Ekolojik Pazar kurulduktan sonra her cumartesi oradan alışveriş yapmaya başladık. Mümkün olduğunca ekolojik beslenmeye çalışıyorduk. Şimdi ise Ali’nin mutfağındaki patates, zeytinyağı, bal ve bazı sebzeleri köyden götürüyorum… Organik süt tüketiyor. Mutfağındaki mercimek, pirinç, nohut gibi bazı kuru gıdaları da toplu olarak güvendiğimiz çiftçilerden alıyoruz.

Kentte yaşarken ekolojik gıdaya erişim konusunda zorlanıyor muydunuz?

Ekolojik pazarlar olmadan önce çok zorluk çekiyorduk. Çiftçilerden toplu almaya çalışıyorduk ama her zaman mümkün olmuyordu. Ekolojik Pazar açıldıktan sonra başka şeylere para harcayacağıma her hafta ekolojik pazardan alışveriş yapmayı yeğledim.

Ali’nin aşılarını yaptırmış mıydınız? Hastalandığında nasıl tedavi ediyordunuz/ettiriyordunuz?

Ali Yalıkavak’ta bahçeli bir evde doğduğu için ve sürekli toprakla haşır neşir olduğundan tetanoz aşılarını yaptırdık. Küçükken kızıl geçirdi, onu da homeopatik remedilerle geçirdik. Bir yaşındayken İstanbul’a döndük ve koşullar değiştiği için diğer aşılarını da yaptırdık. Çok zorunlu kalmadıkça antibiyotiğe başvurmayan bir doktorumuz vardı ancak şükürler olsun çok nadiren antibiyotik kullanmak zorunda kaldık. Halen çok ağır seyretmeyen akut durumlarda homeopatik remediler kullanıyor.

Victor’un Ali ile ilişkisi nasıldı?

Victor ile ayrıldığımızda Ali bir buçuk yaşındaydı. Ancak biten evliliğimizdi, dostluğumuz hep bakiydi. Buğday’da aynı ideali paylaşıp aynı yolda yürüyorduk. Victor ve Ali’nin ilişkisi çok iyiydi. Victor ile çok sık biraraya gelemiyorlardı ama biraraya geldiklerinde çok eğleniyorlardı. Çok eğlenceli bir babaydı. Victor aramızdan ayrıldığında Ali 11 yaşındaydı. Babasıyla çok gurur duyuyor. Vefatından sonra söylediği bir şey var: ‘’Babam aslında 41 yaşında ölmedi, herkesten iki kat daha fazla yaşadı. Az uyurdu ve herkesten çok daha fazla çalışıyordu.‘’ demişti. Ali babasından kalan çok değerli bir manevi mirasa sahip ve bunun farkında. Babasından kalan şeylerden biri de müzik yeteneği. Victor çok güzel ney üflerdi. Ali’nin de müzik kulağı çok iyi, şimdi müzisyenlik ve ses mühendisliği yolunda ciddi adımlarla ilerliyor.

Röportaj: Aslı Erdursun – Gönüllü İletişim Ekibi

Etiketler: , ,

2 adet yorum var

  1. inci gokmen

    Sevgili Oya ile yapılan söyleşi sabah sabah içimi öyle ısıttı ki!!
    Hele senelerdir görmediğim Ali’nin resimleri…
    Ah sevgili Victor bir yerlerden görüyorsundur sevgili oğlunun nasıl boylu, poslu ve yakışıklı bir gence dönüştüğünü..
    Yolun açık olsun sevgili Ali, sevgili Victor sen de oğlun için rahat et ve güzel ekolojik Oya anne sende güzel yazılarınla aydınlat herkesi. Başka bir dünya mümkün diyebilsin gençler.
    Ali ve Oya’yı sevgiyle kucaklamak isterim.

    Sevgili Victor seni hep düşünüyorum. Ne çok tohum saçtın dünyaya.
    Sevgili Bugday ailesi öncülerinin actıgı yol dünyamızı aydınlatmayı sürdürüyor.

  2. füsun ertuğ

    Sevgili Oya, seni ve Ali’yi sevgiyle kucaklıyorum. Ali’nin boyunu geçmiş çok yakışıklı bir delikanlı olduğunu görmek ne güzel. Az önce Zehirsiz Sofralar belgeselinde müziğini de dinledim. Çok mutlu etti beni ana-oğul birlikteliğinizi okumak. Oğluyla kıvanç duymak, şükretmek çok büyük mutluluk. Ben de kendi Ali’mle kıvanç duyan bir anneyim. Viktor’u sevgiyle, hasretle anıyorum sık sık. Ektiği tohumların serpildiğini gçrmek beni çok mutlu ediyor. Daha güzel bir dünya hep birlikte dayanışmayla mümkün diyorum.
    Sevgiler, füsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş