Halkımız GDO’lu gıda istemiyor!
Biyogüvenlik kurulu tarafından geçtiğimiz hafta alınan kararla ithalatına izin verilen yeni GDO’lu hayvan yemleri ile birlikte şu an ülkemizde kullanılan GDO’lu hayvan yemi sayısı 36’ya ulaştı. GDO’lu herhangi bir ürünün hayvan yemi olarak bile olsa ülke sınırlarına sokulmaması ve her alanda kullanımının yasaklanması gerektiğini; bunun yerine ekolojik tarım ve hayvancılık yöntemlerinin desteklenmesi gerektiğini daha önceki açıklamamızda duyurmuştuk. Açıklama metnimizi buradan okuyabilirsiniz.
Peki Türkiye GDO’lu hayvan yemlerine gerçekten muhtaç mı? Bu duruma nasıl geldik?
Türkiye kendi hayvan yemini üretemez mi?
GDO’lu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerini tüketmek sağlık açısından tehlikeli değil mi?
Tüm bu soruların cevaplarını tartışmak üzere TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ile bir söyleşi gerçekleştirdik:
BUĞDAY: Geçtiğimiz hafta alınan kararla birlikte ülkemizde ithalatına izin verilen GDO’lu hayvan yemi sayısı 36 oldu. Konunun sağlık açısından tehlikesine gelmeden önce şunu sormak istiyoruz: Türkiye GDO’lu hayvan yemlerine muhtaç mı?
AHMET ATALIK: Türkiye yaklaşık 7 yıldır hayvancılığını ve kırmızı et ihtiyacını ithalatla karşılamaya çalışan bir ülke. Hayvan sayımızı ve kırmızı et üretimini artırmaya ihtiyacımız var. Ancak şu anda bile oldukça büyük yem açığımız var. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından hazırlanmış Kırmızı Et Stratejisi 2015 belgesinde ülkemizde 15 milyon ton kaba, 5 milyon ton karma yem açığı olduğu, karma yem hammaddesinin yaklaşık %50’sinin ithalat yoluyla GDO’lu mısır ve soya ile karşılandığı belirtilmektedir.
Mısır üretimimiz 6,4 milyon ton civarında, piyasanın talebi ise 7-7,5 milyon ton civarındadır. Bu çerçevede her yıl 500 bin ton ile 1 milyon ton arasında mısır ithalatı yapılmaktadır. Soyada ise durum daha vahimdir. Üretimimiz 165 bin ton, piyasanın talebi ise 2,5 milyon tona yakındır. Bundan dolayı her yıl 2 milyon tonun üzerinde soya ithalatı gerçekleştirilmektedir. Mısır ithalatımız ağırlıklı olarak GDO’suz mısır üreten ülkelerden yapılırken, soyayı ise ABD, Kanada, Brezilya, Arjantin, Paraguay ve Uruguay gibi GDO’lu tohum ile üretim yapan ülkelerden alıyoruz.
Dünyada yetiştirilen soyanın artık %78’i GDO’lu tohumla üretilirken, bu oran mısırda %26 civarındadır. Özellikle soya ithalatında küresel piyasalarda GDO’suz soya bulmak neredeyse olanaksız hale gelmiştir. GDO’suz mısır bulma olanağı daha yüksektir, ancak yetiştirilen GDO’lu mısırlar öncelikle piyasaya arz edilmektedir.
Hayvan yemi konusunda hem GDO’lu ürünlere muhtaç olmamak, hem de kendi kendine yetebilen bir üretim süreci için hangi önlemler alınmalı?
Ülkemizde sadece son bir yılda çiftçimizin ekmekten vazgeçtiği tarım arazisi miktarı yaklaşık 2 milyon dönümdür. Çiftçimiz emeğinin karşılığını alamadığından dolayı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre son 15 yılda Belçika’nın toplam yüzölçümüne eşdeğer, yaklaşık 30 milyon dönüm tarım arazisini artık ekmemektedir. İlerleyen teknoloji ve sayıları 40’a ulaşan ziraat fakültelerine rağmen ülkemizde Hollanda’nın toplam yüzölçümüne eşdeğer, yaklaşık 40 milyon dönüm tarım arazisi hala nadasa bırakılmaktadır. Modern sulama yöntemlerini kullanmamız halinde ise daha su bekleyen yaklaşık 60 milyon dönüm tarım arazimiz var.
Üretimi hedefleyen doğru bir tarım politikası ile ekilmeyen ve su bekleyen tarım arazilerimizden sadece 5,5 milyon dönümünü soya üretimine, yaklaşık 1 milyon dönümünü de mısır üretimine ayırsak bırakın GDO’lusunu, yurtdışından hiçbir şekilde mısır ve soya almamıza gerek kalmayacaktır.
Üretimde kullanılan girdi maliyetlerinin aşağı çekilmesi ve pazarlama kanallarında çiftçiye kolaylık sağlanması, bu kapsamda kooperatif çatı altında üretimin planlanması ve tüketiciye ürünün doğrudan pazarlama kanallarının oluşturulması, bu kapsamda müdahale kurumları oluşturulması ve güçlendirilmesi çiftçinin üretime yönelmesini sağlayacaktır. Aksi takdirde tarım alanlarımız boş dururken GDO’lu ürünlere mahkumiyet kaçınılmaz olmaktadır.
GDO’lu yemlerin kullanıldığı hayvansal ürünlerin tüketilmesi sağlığımız açısından tehlike barındırmıyor mu sizce?
GDO konusunda insanları en tedirgin eden nokta sağlık riskleridir. GDO’lu tohumları üreten biyoteknoloji şirketlerinin kendi çalışmalarında ve finansmanını sağladıkları çalışmalarda GDO’ların hiçbir sağlık riski oluşturmadıkları belirtilmektedir. Ancak, bağımsız çalışmalarda ise GDO’lu yemlerle beslenen fare ve tavşanlarda böbrek ve karaciğer tahribatı, kan şekerinin yükselmesi, mide ve beyinde hasar, kısırlık, kanser tümörlerinin oluşumunun hızlanması gibi sonuçlar yaygın olarak görülmüştür.
Ülkemizde Biyogüvenlik Kanunu 2010 yılında çıkmıştır. Kanuna göre bebek ve küçük çocuk besinlerinde GDO’lu materyallerin kullanılması yasaktır. Bu yasaktan da anlaşılacağı üzere GDO’ların çocuklarımıza zarar vereceği yönünde bir çekince varsa, yetişkinlerin de korunması için GDO’ların gıdada kullanılmasının yasak olduğunu belirtir bir hüküm neden kanuna konmamıştır? Tam tersi olarak, GDO zararsızsa çocuk ve bebeklerin tüketmesi neden yasaklanmıştır? Bundan da anlaşılacağı üzere GDO konusu tüm yönleri ile netleşmiş ve bilim dünyası tarafından güvenilirliği kabul edilmiş bir konu değildir.
Sağlıklı gelişsinler diye çocuklarımızın beslenmesine kendimizinkinden çok daha önem veriyoruz. Kendimiz yeterince yiyemesek de çocuklarımızın önünden et, süt ve yumurtayı eksik etmemeye çalışıyoruz. Çocukların besinlerinde GDO’ların kullanılması kanunla yasaklanmışken, sağlıklı gelişsinler diye yedirmeye çalıştığımız hayvansal ürünleri elde ettiğimiz hayvanların GDO’lu yemler yemesine izin vermek de ayrı bir çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şu an için GDO’lu yemle beslenen hayvanların ürünlerine herhangi bir GDO geçişi olmadığı iddia edilse de bu saptamayı yapabilecek teknolojik ilerlemenin henüz sağlanamamış olabileceği de yine iddialar arasındadır.
Yem olarak ülkeye girişine izin verilen GDO’lu ürünlerin farklı alanlarda, örneğin Adana’daki GDO’lu ekmek olayı, kullanılabilmesi söz konusu olabiliyor. Bunun takibi yasal ve teknik olarak yapılabilir mi?
Özellikle cezai hükümleri açısından Biyogüvenlik Kanunu, belki de dünyanın en ağır hükümlerine sahip kanunudur. Yüksek para cezalarının yanında 1 ile 12 yıl arasında değişen hapis cezaları bulunmaktadır. Böylesine ağır cezai hükümlere sahip bir kanun karşısında ülkeye yem amaçlı kullanılmak üzere sokulan GDO’lu soya ya da mısırın gıdalarda bile bile kullanılmasının mümkün olamayacağını düşünüyorum. Ancak, istisnaları elbette olabilir. Bire bir yasal takibini yapmak elbette mümkün olmaz. Bu anlamda üzerinde önemli durulması gereken konu gerek ülkeye giren tarımsal ürünlerin analizinin gerekse piyasa denetimlerinin dikkatli bir şekilde yapılması olacaktır.
Halkımız GDO’lu gıda maddesi tüketmek istemiyor. Buna karşın, henüz izin verilmediği halde bazı gıdalarda GDO’ya rastlanabiliyor. Sınırımızdan her ne amaçlı olursa olsun GDO’lu ürünlerin girişine izin verdikten sonra o ürünlerin nerelere gittiği ve kullanıldığının takibini tam anlamıyla yapabilmek mümkün değil.
Konuyla ilgili sizin öneriniz nedir?
Türkiye biyolojik çeşitlilik açıdan son derece önemli ve zengin bir ülkedir. Bu avantajını bilip iyi kullanmalı, GDO’lu tohumlardan ve gıdalardan uzak durmalıdır. Değişen çevre koşulları ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini aşmada, halkımızın gıda ihtiyacını karşılamada en büyük yardımcımızın biyolojik çeşitliliğimizin olacağını unutmamalı, çevreyle dost yaşam tarzı geliştirmeliyiz.
[…] Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ile yapmış olduğumuz söyleşiyi buradan […]