“Her evin bir tohum bankasına ihtiyacı var.”
Ekolojik çiftliklerde, tarım turizmi ve gönüllü bilgi, tecrübe takası projemiz TaTuTa ağının üyesi, Kocaeli Kandıra’da bulunan Narköy Çiftliği’nin “Nar Annesi” Nardane Kuşçu ile sohbet ettik. “Düşü olmayanın işi de olmaz'” ilk cümlesiyle yola çıktığı Narköy’ü kendisinden dinledik.
Röportaj: Aslı Erdursun – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
Doğayla olan ilişkiniz ne zaman başladı?
Nardane Kuşçu: Bir kere, genlerimde getirdim ben onu. Şöyle söyleyeyim, biz Osmanlı’nın son zamanında yerleşmiş, yerleşik düzene geçmiş Yörük bir aileyiz. Yörük, sürekli bir yerden bir yere giden demek. Hatta ben bazen burada gözlemeler, Yörük usulü peynirler yapınca ‘kılıç kalkan menüsü’ diyorum. Yörükler dağda buldukları yabani bitkilerden ve yanlarında dolaştırdıkları keçilerden gıdasını yapabiliyorlar. Bir de daha derin bir kültür var, doğa sever oluyorsun. Benim ailem ilk kez Adana’ya yerleşmiş. Büyükannelerden biri ‘biz yıldızları görmeden uyuyamayız, açın bu tavanları’ demiş. Bak kuş geçiyor dediğinde, çocuklara gülümsemeye başlarlar ve gülümsemeye başladığında geleceğe dair bir düş kurmaya başlarlar. Onun için istikbal göklerdedir. Narköy’de ışıklar hep yere bakar. Neden? Yıldızları görelim diye. Muhtemelen senin de bir düşün vardı ki, şu yaptığın işi yapıyorsun Aslı.
Evet, düş kurmanın en güzel yanı da harekete geçme isteğini doğuruyor insanda…
Nardane Kuşçu: İnsan; ruh, beden ve zihinden oluşuyor. Düş kurmak düşünceyi getiriyor. Buna bağlı olarak bedeninin harekete geçiyor. Kurduğunuz düşü çalışmaya başlıyorsunuz. Bir süreç yasası var, doğanın yasalarından biri.
Siz küçükken çok fazla düş kurdunuz yani?
Nardane Kuşçu: Düş kurmak teşvik ediliyordu, ayıplanmıyordu. Ay sen çok hayalperestsini duymadık. Yazın hava sıcakken biz haymalarda yatardık, gökyüzüne bakardık. Masal dinlerdik, yaylalara giderdik…
Sizin aileniz üretim yapıyor muydu?
Nardane Kuşçu: Yapıyordu. Kadın çiftçiliği yapılıyordu. Binlerce dönüm arazi var ve pamuk ekiliyor ama kurda, kuşa, aşa olsun diye pamuğun içine karpuz, börülce ve bamya tohumları atardı babaannem. Hepsini biz yutalım diye atmadı hiç. Gölde balık avlardık, yaylada kızılcık toplayıp kışlık marmelatlar yapardık, yabani armutlar toplardık. Suyu nasıl bulacağımız öğretilirdi.
Yani siz her şeyinizi doğadan karşılayarak büyüdünüz? İhtiyacınız olan her şeyin burada olduğunun bilincinde olarak…
Nardane Kuşçu: Eğer hiçbir şey ekmesek, ben karnımı da doyururum, ilacımı da yaparım. Ama bu sistemin çeşitliliğine zarar vermemek koşulu ile. Yabani ota zehir atarak yok edersek olmaz. Onlar doğanın öz çocukları, Sindirella Masalı’na gerek yok. Onlar bizim öğretmenlerimiz, kriz zamanında yemeğimiz, ilacımız.
Bizim gibi şehirde doğup büyümüş insanlarda da bu bilinç sonradan geliyor. Tabii eğer bu konuda hassasiyeti, ilgisi oluşursa. Aslında ihtiyacımız olan her şey doğada, bu bana mesela 25 yaşımda geldi.
Nardane Kuşçu: Nasıl geldi?
Doğada vakit geçire geçire…
Nardane Kuşçu: Aslında İstanbul’un çok verimli bir toprağı vardır. İstanbul’da turp otu, yabani erikler…
Ama biz gördüğümüzün ne olduğunu bilmiyoruz öyle bir sıkıntı var. Şehirde birçok canlı çeşidiyle bir arada yaşıyoruz. Toprağa bile elimizi atsak, öyle bir çeşitlilik var ki… Biz hepimiz o döngünün içindeyiz.
Nardane Kuşçu: Gelin canlılar bir olalım derken, onların ne yaptığını bilmiyoruz. Bize nasıl bir fayda oluşturduğunun farkında değiliz. Yok ettiğimiz eksildiğinde o sistem bozuluyor. Bu defa mızmızlanmaya başlıyoruz, moda olan neyse o olsun istiyoruz. Yok öyle bir şey. Gelecekten çalıyorsun. Yarın bebeğin olduğunda ne yapacaksın?
İnsanlar hep ‘yaptıkların neyi değiştiriyor, bir sonucu var mı?’ diye soruyor. Çok şeyin değiştiğini açıklamaya çalışıyorum ama en temelinden söylediğim tek bir şey var: Vicdani bir şey bu. Ve kimse bu bilgileri gelip önümüze koymuyor, biz bu bilgilere direnerek ulaşıyoruz.
Nardane Kuşçu: Kesinlikle. O zaman kıymetini biliyorsun işte. Emekle ulaştığımız zaman ve onu kalbimizde hissettiğimiz zaman… Vicdani zeka diyorum buna ben, empati kurmamızı sağlayan.
Siz şanslısınız ki doğada büyümüşsünüz. O kadar doğayla iç içe ve güzel gıdalar tükettikten sonra gelecek hayallerinizin de ne olacağı belliydi sanırım. Adana’dan ilk İstanbul’a geldiğinizde yediğiniz gıdalar nasıldı?
Nardane Kuşçu: Kandıra’dan Kadıköy İskelesi’ne yiyecek gelirdi. Hatta av etleri ve hindi gelirdi. Ben çok dolanmayı seven biriydim. O zaman arabam da yoktu. ‘Güneşi arayan kız’ derlerdi bana. Tabii Akdeniz Bölgesi’nden gelmişim… Kandıra’nın tarihini doğasını bildiğim için bana çok cazip geliyordu. Paramın yettiği kadar oradan alışveriş yapıyordum. Köylerden gelenleri bulmaya çalışıyordum, mahalle arasındaki sütçüleri takip ediyordum. Salı pazarında güzel gıdalar olurdu. Dolayısıyla ben içinden geldiğim için ve köy öğretmeni olarak eğitim aldığım için köyü biliyorum, yaylaları biliyorum. Zevkli ve dikkatli bir şekilde alırdım ve tüketirdim. O zamanlar çok yaygınlaşmamıştı ama daha sonra bu zehirler, ilaç adı altında felaket oldu. Eş zamanlı olarak eğitim sistemi de bozuldu. Ailelerin çocukları için bir tek dertleri var, o da hangi okulu kazandıkları. Çocuklar kitap okumuyor, teneffüse çıkmıyor, okul bahçeleri beton. Çocuklar çocukluklarını yaşayamıyorlar. Aslında kötü insanlar değiller ama unutmuşlar, o hırsın en iyisi olduğunu düşünüyorlar. Kitap okumazsa, oyun oynamazsa bu çocuk kendini nasıl gerçekleştirecek?
Zor bir duruma düşmesine de engel oluyorlar. Kriz yönetimi olmayınca yaratıcılık da duruyor. İnsanlar çoğu zaman çaresiz olduğunda bir şeyler yaratma ihtiyacı duyuyorlar.
Nardane Kuşçu: Rollo May, girişimciliğin ve yaratıcılığın kaygıdan çıktığını söyler, doğru. Tüm adaletsizlikleri ve abartıları gördükçe, benim de bir eğitim ve organik tarım çiftliği kurma hayalim başladı. Aileler gelsin, okullar gelsin, kurumlar gelsin ki hep birlikte bir farkındalık yaşayalım.
Tohum toplamaya hep devam ettim. Evde, saksıda, duvarda onlar var çünkü tohumun bankası toprak. Hiç ekilmemiş topraklara ektim. Tüm dünyadan dostlarım var benim. 24 saat içinde Tanzanya’ya bile iki kere tohum göndermişliğim var. Bana diyorlar ki ‘bu kadar uğraşıyorsun, ne kazanacaksın?’ Ben torunlarımın yüzüne bakabilmeyi, çocuklarımın yüzlerine bakabilmeyi, kuşları sevmeyi kazanıyorum.
İnsanlar çıktısına bakarken hep somut şeylere odaklanıyorlar. Hâlbuki kazanımlarımız çok farklı.
Nardane Kuşçu: Empati kaybolunca iş sıkıntılı.
Türleri, birbirimizi tanımak bir yana kendi içimize dönmek pek mümkün olmuyor. Bunun da nedeni aslında sistem. Hiçbir şeye vakit bırakmıyorlar.
Nardane Kuşçu: İşte o fırsatı tanımadığı için… Çocuklara boş zaman verin diyorum, canları sıkılsın, merak etsin, peşine düşsün. Bir dakika boş zaman vermiyorlar ki çocuklar kendilerini bulsun.
Ben şehirde de organik beslenmek ve bilinçli bir tüketici olmak istiyorum. Bir şeye para verdiğimde, onun üreticisini desteklemiş oluyoruz. Ben kimi destekliyorum? Bunun için de vakit gerekiyor ve bu tabii ki tercihlerle ilgili.
Nardane Kuşçu: Çok sağlam ve somut bir soru bu. Paran nereye gidiyor? Benim şöyle bir düşüncem var, her evin bir tohum bankasına ihtiyacı var. Ben çocuklara öyle diyorum. Gıda ile bağımsızlık arasında bir bağ var. Sen muhteşem bir otomobilsin; yakıt yok, su yok. Nasıl olacak o iş? Olur mu? Olmaz. O çocuklar bunu öğrendikleri zaman kaynak farkındalığını öğreniyorlar. Biz burada 8-15 yaş arasına ‘Yıldızlar Kulübü’ diye özel bir eğitim yapıyoruz. Çocuk kendini, arkadaşlarını, doğayı, sistemi tanısın ve sistemin ne zaman içinde, ne zaman dışında olacağını öğrensin, kendi düşünün stratejisini yapıp hayata geçirebilsin. Bu bir ilk. Ekolojik olarak süreçlerin birbiriyle bağlantılı olduğunun fark edilmesi gerekiyor. Hata yapmak en temel hakkımız ama hatadan bir şey öğrenilmiyorsa bunda bir sıkıntı var. Yoldayız, öğreniyoruz, öğrendiklerimizi kullanıyoruz.
Narköy nasıl bir yer, nasıl atıldı tohumları?
Nardane Kuşçu: Hep diyorum ki, düş olmadan iş olmaz. Bize ulaşılacak kadar yakın, doğal olacak kadar uzak bir yer lazımdı. Biz sağ ve sol beyin arasında epifiz bezi gibi köprü olmak istedik. Köprü coğrafyalarda… Kandıra tam buydu işte. Eğer insan, köylülerle bir araya gelemiyorsa ve coğrafyayı yok sayıyorsa bu işin yürümesi mümkün değil. Ekoköyler böyle yıkıldı işte. Ben köyde doğduğum, köy öğretmenliği yaptığım ve dağları bildiğimden benim için kolaydı. Kadın okumuş yazmış, şirket kurmuş, ailesi karşılamış… Hayır, o da yapabilir. Şu anda bunun mücadelesini veriyorum ben. Biz kimseyi dışlamak istemiyoruz. Sağlık problemi olabilir, hiç karşılaşmamış olabilir, ilk dokunma ihtiyacı olabilir…
Ben mesela ilk kez burada bir ineğe dokundum. Şansıma, inek de çok sosyaldi bu arada.
Nardane Kuşçu: Tabii alışıyorlar. Bir de şu var, hiç yapmadığın bir şeyi yaptığında diğer yapamadıkların da bilinçaltındaki olasılıklar dosyasına gider. Deneyebilirim, seversem devam ederim, sevmezsem bırakırım ama deneyebilirim. O deneme cesaretini veriyor. Amaç, o dokunmadığı yerlere dokundurtmak. Bedenin bir hafızası var. O yüzden deneyime dayalı bir eğitim yapıyoruz burada.
Ayrıca tuvaletlerin kompost olmayanları bile arıtmaya gidiyor, doğal bakterilerle arınıyor ve damlamalarla bitkilere veriliyor. Yağmur suları toplanıyor. Su ayakizi çok önemli. Burada kimyasal kullanılmıyor. Hiç çöp çıkartmıyoruz mesela. Kompost yapıyoruz, ekimde kullanıyoruz. Yemek yaparken artan gıdalardan farklı yiyecekler üretiyoruz. Değişim aşağıdan yukarıya gider. Bu çok önemlidir.
Buğday Derneği ile nasıl tanıştınız peki?
Nardane Kuşçu: Ben çok erken fark ettim Buğday’ı. Kendi içimde ekiyorum, biçiyorum, tohum alıyorum, çocukları doğaya götürmeye çalışıyorum… Bu iş böyle olmaz diyorum. Sağlık problemi olan çocuklara evden yiyecek hazırlayıp götürüyorum. O arada şans bu, Buğday Bülten’in tekstil makinasıyla basılmış hali elime geçti. Yaşasın dedim, benim gibi bir çatlak daha var. Öyle bir yol kesişmesi oldu. Bir rezonans. Çünkü bu sistem adil. Sen aramaya başladığında o karşına çıkıyor.
İnsanlar neden Narköy Çiftliğine gönüllü çalışmaya gelmeli? Sizce TaTuTa’nın kazanımları nedir?
Nardane Kuşçu: TaTuTa çiftlikleri genelde biz ya da bizlere benzer insanlarla yapılıyor. Onlar zaten kapıdan geleni misafirperverlik ile karşılıyor ve sofrasını, zamanını, derdini paylaşıyor. Geri bildirimler hep öyledir. Gelenler evi gibi hissediyor, aile hissi oluşuyor. Tabii ayrıca doğa ile aile olunuyor. Akabinde Huriye ile köy düğününe gitmek, horon tepmek… Gönüllüler buradan ayrıldıktan sonra bile çiftliktekilerle yazışıyorlar, birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Bağ kuruyoruz, bu çok önemli.
Ayrıca ön yargıyı kırıyor. Ben bunun barışa bir katkısı olduğuna inanıyorum. Eş zamanlı olarak Budist rahipler ve İsveçli iş adamları gelmişlerdi. Nasıl buldunuz diye sordum. ‘Bir ateşin üzerinden bir İngiliz, bir İsrailli, bir Filistinli atlıyordu. Burası vadedilmiş toprak herhalde’ dediler. Hıdrellezi kutluyorduk hep beraber. Hepimiz sevgiden yaratıldık, sevgiye ihtiyacımız var. Şu bir lokmayı paylaşmaya ihtiyacımız var. Buraya gelen arkadaşlardan daha sonra çiftlik kuranlar bile var. Bir maya oluyor burası. Benim yapmak istediğim insanları birbiriyle ve doğayla tanıştırmak.
Şehirde yaşayanlara nasıl bir motivasyon verebilirsiniz?
Nardane Kuşçu: İlla kırsala kaçalım diye bir şey çıktı ortaya. Hayır, kırsala gitmek zorunda değilsiniz. Bir kere elin değmezse olmaz. Bir saksının içinde bir kök olsa bile yetiştirin. Bu tıpkı çocuk yetiştirmek gibi. Ben çocukları çok seven bir öğretmendim ancak oğlumu kucağıma aldığım gün, çocuk başka bir şey oldu benim için.
İkincisi, kendilerine sosyallik oluşturarak yakında bir yerlere gidebilirler, hem ruhlarına iyi gelir. Ekopsikoloji alanıdır bu. Ben yıllarca bir yerden geçerken ve seyahat yaparken küçük kasaba pazarlarına uğrardım hep. Arabamda sepetim olurdu. Isırganlar alır, bütün mahalleye pişirirdim.
Röportaj: Aslı Erdursun – Buğday Gönüllü İletişim Ekibi
Çok güzel bir girişim içindesiniz sizi gelip yerinizde Ziyaret etmeyi çok isterdim saygıdeğer hanım efendim.birvgunbbu düşümü gerçekleştireceğim ekimden ne gelirse yapmaya hazırım.selam Sevgilerimle.
Çok güzel olmuş her şey katkı olmayı çok isterdim bilginiz den de öğrenecek ne çok şey var.
Dostlar,kapımız,gönlümüz açık. Telefonum 0533 200 17 66 lütfen arayıp gelin. Sevgilerimle