Herkes için adil iyileşme
Küresel Adil İyileşme Buluşması, 9-11 Nisan arasında Vandana Shiva’dan Greta Thunberg’e ve Naomi Klein’a, dünyanın dört bir tarafından konuşmacıları çevrimiçi ortamda bir araya getirdi. 96 oturum ve atölye, 70 küsur sanatçı ve 7 bin katılımcıyla gerçekleşen buluşma, Krizler Çağı’nda iklim adaletinden adil iyileşmeye, yerli halkların, ötekileştirilmiş kesimlerin ve gençlerin sesi olmaktan yeşil aklamaya ve eko-anksiyeteye birçok konunun masaya yatırıldığı kapsamlı bir etkinlik oldu. Sizler için bazı oturumlarda öne çıkan görüşleri derledik.
Derleyenler: Nil Ormanlı Balpınar, Özlem Gürtunca
Küresel Adil İyileşme Buluşması’nın Aggy Hall’un moderatörlüğünü yaptığı açılış paneli, adil iyileşmenin neye benzediği ve bu fırsatı sadece Covid-19 krizi bağlamında değil, birbirleriyle bağlantılı olan sağlık, ekonomi ve iklim krizini de kapsayan bir iyileşme açısından nasıl değerlendirebileceğimiz konusuna ayrılmıştı.
Gazeteci ve yazar Naomi Klein, her şeyin son yıllarda -bizim istediğimiz şekilde olmasa da- çok hızlı değiştiğinin, beş sene önce karşı çıktığımız konular ile bugünkülerin aynı olmadığının altını çizdi. Bu doğrultuda, değişimi nasıl tasarlayacağımızı düşünmemiz gerektiğini, ekonomik teşviklere ve büyük ölçekli hareketlere ihtiyacımız olduğuna dikkat çekti.
Klein’e göre, ”Salgın bu sürecinin aslında tanı koyan bir yanı var ve dışarıda tutulan kişilerle birlikte, haksızlıklar ve eşitsizlikler daha da kötüye gidiyor; bir zamanlar ”gözden çıkarılabilir” olarak görülenler Covid-19 ile birlikte ”kurban edilebilecekler” listesine alındı, ama adil iyileşme bunu düzeltebilir.”
Dominique Palmer, birbirinin içine girmiş krizler kötüleştikçe gençlere yönelik tehdidin de çoğaldığını belirtti. Londra’nın en kirli bölgelerinden birinde büyüdüğünü ve oradaki eşitsizliğin ayen beyan ortada olduğunu söyleyen Palmer, Birleşik Krallık’ta, siyahi kesimin genellikle bu bölgelerde yaşadığını ve soludukları havanın bile tehdit altında olduğunu ve bunun giderek kötüleşeceğini aktardı. Bu krizlerin hayatlarını, sularını, geçim kaynaklarını etkilediğini; ötekileştirilen, yoksulluk içindeki kesimin bu krizden orantısız bir şekilde etkilendiğini belirten Palmer, bunun sonucunda iklim mültecilerinin ortaya çıktığını vurguladı.
Palmer’in konuşmasında bir önemli vurgu daha vardı; eko-anksiyete. Zihinsel sağlığın üzerinde çok da durulmadığını söyleyen genç aktivist, sözünü ettiği tehditlerin önemli psikolojik etkilerini olduğunu, birçok gencin de eko-anksiyeteden muzdarip olduğunu vurguladı: ”Hem insanları hem de gezegeni koruyan adil bir dönüşüme, iklim ve çevre adaletini gözeten somut iklim eylem planına ihtiyacımız var. Kendi neslimin ve gelecek neslin korunduğu bir geleceğin kalbinde gerçek iklim adaletinin yatması gerekiyor. Çözümlerin eşitlikçi olması; politikaların, krizin bu iç içe geçmiş yönlerine hitap eden iklim adaleti üzerine kurulması ve bununla birlikte sosyal ve ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırması gerekiyor. Çevre yıkımına neden olan şirketlerin ve hükümetleri yargılayan, sorumlu tutan yasalara ihtiyacımız var.”
Palmer, gençlerin de karar alma aşamalarında yer almaları gerektiğini dile getirdi ve ”Biyoçeşitliliği korumak istiyorsak, yerli halkların haklarını korumamız ve onların yöntemlerine saygı duymamız gerek” dedi.
Palmer’in sözleri doğrultusunda iklim krizinde herkesin çözüme ortak olması gerektiğini, kimseyi dışarıda bırakmayan bir iklim hareketinin gerekliliğine vurgu yapan Aggy Hall, alternatif bir dünyanın resmini çizerken toplumun ilgisini çekmenin zor olduğunu söyledi.
Geçtiğimiz bu dönemde, aktivizmin işe yaradığını öğrendiğimizi söyleyen yazar Amita Ghosh, Brezilya’dan Bolsonaro, Amerika’dan Trump örneklerini vererek son 8-10 yılda aktivistlerin etkinliğinden bahsetti ve onlardan ilham aldığını söyledi. Ayrıca bunların sadece eylemden ibaret olmadığını, alternatif bir dünyayı, yaşamanın farklı bir yolunu canlandırıp bizlere gösterdiklerinin de altını çizdi.
Kadın hareketinin önemi
Hakima Abbas ise ”adil iyileşme kampanyalarının bir parçası olarak kadın haklarını nasıl daha iyi destekleyebiliriz” sorusuna verdiği yanıta, topraklarını, yörelerini ve Dünya’yı korurken can veren kadınların ismini sayarak başladı. Abbas, bu mücadelenin somut olmadığını, insanların, özellikle de siyahi yerli kadınların ve queer işçilerin bedelini yaşamlarıyla ödediğini vurguladı. Adil iyileşmenin derin bir hesaplaşma gerektirdiğini belirten Abbas, ”Şu anda sadece Covid-19’dan değil aynı zamanda nüfusun yüzde biri tarafından gerçekleştirilen en büyük küresel servet hırsızlığından, sadece kadınlara, trans ve non-binary bireylere şiddet uygulamakla kalmayıp zorlayıcı denetim metodları, iş gücü sistemleri ve ilişki pratikleri de yaratan ataerkillikten de iyileşmemiz gerekiyor,” dedi.
Abbas’a göre adil iyileşme, Batı Afrika’daki kadınların ve çiftçilerin izinden gitmekle mümkün olabilir: ”Bu insanlar salgında dayanışma içerisinde birbirlerine ortak yardımda bulundular. Sakladıkları tohumları birbirlerine gönderdiler, endüstriyel tarımın neden olduğu bu felaketten dünyamızı kurtaracak agroekolojik tarım yöntemleri kullanıp onları geliştirdiler. Bu nedenle çözümün kendileri olduğunu öne sürebiliyorlar.”
Fakirlikten en çok kadınların, trans ve non-binary bireylerin etkilendiklerini belirten Abbas, ”Ekonominin merkezine üretimi değil de umursamayı/dikkate almayı koyarsak farklı bir mantık yaratılabilir ve bunun da birçok konuda dönüştürücü olabilir,” dedi.
İlk oturumun geri kalan kısmında ise yanlış çözümlerden, yanlış ve eksik bilgilendirmelerden, greenwashing yarattığı tehlikelerden bahsedildi.
Naomi Klein, güneşi karartmak gibi teknolojik çözümler yerine ücretsiz toplu taşıma, topluluk temelli veya bütçeye uygun yeşil sosyal konutlar, enerji demokrasisi, yerlilerin ve gençlerin dahil olması gibi çözümlerle krizlerin aşılabileceğini belirtti.
Amita Ghosh ise iklim söylemlerinde Hindistan, Asya ve Afrika’dan gelen seslerin çok az yer aldığı vurgusunu yaptı. Su almak için 10 km yürüyen bir kadının neden sesinin duyulmadığını soran Ghosh, ”Farklı sesleri daha fazla ve yeniden dahil etmemiz gerek,” dedi.
Hakima Abbas ise Küresel Güney’in bazı çözümleri çoktan bulduğunu, Margaret Thatcher’ın ”kapitalizme alternatif bir şey yoktur” söyleminin aksine, Afrika’da işlerin yüzde 80’inin gayriresmi ekonomide geliştiğini, kadınların yüzde 90’ının insan ekonomisi adı verdikleri bir ekonomiye bel bağladıklarını, bu alternatif sistemin içinde her gün yaşadıklarını belirtti.
Dominique Palmer da, krizi çözmek için, krizi yarattığımız yöntemlerin denenmesini oldukça gülünç bulduğunu belirtti.
Son olarak konuşmacılara nasıl bir umut mesajı verecekleri soruldu.
Palmer, her kadar çok kötü zamanlardan geçsek de her zaman umut olduğunu, şimdi birleşmemiz gerektiğini, Naomi Klein ise aylarca evde kaldıktan sonra herkesin dışarı çıkıp “Black Lives Matter” eylemlerine katıldığını ve belki de umudun burada olduğunu belirtti.
Amita Ghosh, eskiden her şeyin “gelişmişlik” ile ilgili görüldüğünü, ama Covid-19 ile birlikte en kötü sonuçların sözde gelişmiş ülkelerden, en iyilerinin ise Afrika ve Asya’daki ülkelerden çıktığını söyledi.
Hakima Abbas ise, kadınların, trans ve non-binary bireylerin ve gençlerin pratiklerinden deneyimlerinden bir şeyler öğrenebileceğimizi belirterek, June Jordan’dan şu alıntıyı yaptı, “Bir şeyleri kontrol edemiyorsak onları altüst edebiliriz.”
Dünyanın sonunu nasıl erteleyebiliriz?
Ilan Zugman’ın moderatörlüğünü yaptığı ikinci oturumda konuşmacılar, ”doğayla olan bağlarımızı nasıl geliştirebileceğimiz” sorusunun yanıtını vermeye çalıştılar.
Adriana Calderon çözümün, yerli kültürlerin takdir edilmesi, yerli halkların ve onların haklarının kabul edilmesi ve çocukların eğitilmesinden geçtiğini belirtti.
Calderon, doğanın kaynak olarak görülmesinin yanlış olduğuna dikkat çekerken, Tasneem Essop, bir araya gelmenin, tüketicinin gücünün önemini, davranışlarımızın ve yaşam tarzlarımızın etkisinin büyük olduğunu vurguladı ve ”Yeter ki değiştim için kararlı olalım,” dedi.
Vandana Shiva, öncelikle dünyanın bir yere gitmediğini, yerinde durduğu ama bu açgözlülüğe, sömürgeciliğin sorumsuzluğuna, sanayiciliğin ahmaklığına ve verimlilik ve üretkenlik üzerine son 35 yıldır dolaşan mitleri sadece birkaç on yıl daha tolere edebileceğini belirterek sözlerine başladı. Dünyanın sonunun bizim türümüzün yaşamaya devam edip edemeyeceği ile ilgili olduğunu, diğer türlerin var olmaya devam edeceğini söyleyen Shiva, bu yüzden de Monsanto ve GDO örnekleri üzerinden giderek, yapmamız gerekenin dünyanın sonunun gelişini ertelemek değil, bu sonu komple ortadan kaldırmak olduğunu belirtti.
Küçük adımların önemli olduğunu, tohumun ağaca ve bitkiye evrildiğini unutmamamız gerektiğini, çarkların insanların elinde özgürlüğe giden bir araç olduğunu da vurgulayan Vandana Shiva, ”Eğer yolumuzu değiştirmezsek, dünyanın, yerli halkların ve çiftçilerin daha fazla ekolojik ve diğer türlü tahribatları kaldıramayacak,” dedi.
Ailton Krenak ise dünyanın insanlar için inşa edilen eğlence parkları olmadığını, biyosfer kendini yenilese de 7-8 milyar insanın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtti. Toprağın altından petrol çıkaranların bu yıkımdan sorumlu olduklarını söyleyen Krenak, atalarımızdan kalan hayallerimizi iyileştirmemiz, dünyayı ortak bir miras olarak görmemiz ve küreselleşmenin mantığını sorgulamamız gerektiğinin altını çizdi.
Yeryüzünün koruyucularını dinlemek
Fenton Lutunatabua’nın moderatörlüğünü yaptığı dördüncü oturum, koruma görevi edindiğimiz insanların ve toplulukların zorlandığını ama koruyucuların direnerek, gerçekleri yeniden şekillendirerek direnişi yeniden tasavvur ederek yaptıkları üzerineydi. Konuşmacılar arasında Eriel Deranger, Noelene Nabulivou ve Francisco Javier Vera Manzanares vardı.
Eriel Deranger, kendi yerel diliyle kendini tanıttıktan sonra, doğa ile olan ilişkilerin sadece bir mit ya da sihirli bir şeyden ziyade, somut ve gerçek bir şey olduğunu, bu bağ sayesinde canlı dünyayı daha farklı gördüğümüzü, onunla bağımız koptuğunda artık doğa bir parçamız olmadığında onu kontrol edebilecek, sahiplenecek ve üzerinde hakimiyet kurabilecek bir nesne olarak görmeye başladığımızı, bunun da sömürgeleşme ile birlikte geldiğini vurguladı. Sömürgeleşmenin, insanları, onları besleyen ve giydiren, onlara şifa veren topraklardan ayırmaya çalıştığına vurgu yapan Deranger, ”Yaşadığımız topraklar bizim kimliğimiz. Bu bağı, dilleri ve şarkıları kuşaktan kuşağa soy hafızasıyla taşıyoruz ve konuşamayanlar adına konuşarak bu sorumluluğu yerine getirmeye devam edeceğiz” dedi.
Noelene Nabulivou, babasının köklerinin Fiji’nin en güneyindeki ada gruplarından, annesinin ise Avustralya ve Avrupa’nın yerleşimci sömürgeci göçmenlerinden olduğunu belirterek sözlerine başladı. Kendisinin koruyucu olsa da arılar, kurbağalar, böceklerin asıl koruyucular olduğunu; arıların kovanları terk ederek, kuşların gökten düşerek, balinaların karaya vurarak ekosistemi öldürdüğümüzü açık bir şekilde dile getirdiklerini söyleyen Nabulivou, ataerkil düzenin birçok şekilde kendini gösterdiğini, bu yüzden bizim de hem birbirimizle hem de dünya olan ilişkilerimizi iyileştirmemiz gerektiğini vurguladı.
Francisco Javier Vera Manzanares ise iklim krizi ve biyoçeşitlik kaybı ile birlikte insanların tüm dikkatini doğaya vermesi gerektiğini, doğanın kendisine ilham verip motive ettiğini ve şu an sürdüğü hayata yön verdiğini söyledi.
İklim için kesişimsel örgütlenme
Buluşmanın 5. Oturumu ”Mücadeleleri Ortaklaştırmak ve İklim için Kesişimsel Örgütlenmenin Aciliyeti” oturumu, Landry Nintereste moderatörlüğünde, Amerika kıtasından Pennie Opal Plant, Güney Afrika’dan Ayakha Melithafa, Pasifik Asya’dan Patricia Wattimena ve Gana’dan Chibeze Ezekiel katılımı ile gerçekleşen panel ile başladı.
Panel, hiç kimseyi dışarıda bırakmadan, iklim adaleti için herkese hemen şimdi ihtiyacımız olduğu görüşüne odaklandı. ”İyileşmek için neye ihtiyacımız var”, ”İyileşmenin adil olmayan şekilde gerçekleşme riski var mı?” gibi sorulara yanıt aranan panelde, gençleri harekete dahil etmenin önemi, iklim krizinden en olumsuz etkilenenlerin asıl söz sahibi olması gerektiği, kapitalizmi yeşile boyayan sahte çözümlere ihtiyacımız olmadığı vurgulandı.
Farklı kıtalardan aktivist hareket öncülerinin konuşmalarından öne çıkanlar, paneli özetler nitelikte olduğu gibi, iklim krizi konusunda dünyanın gerçeğini de gözler önüne seriyor. Patricia Wattimena, salgının eşitsizlikleri artırdığını ancak bunun bir tesadüf olmadığını, salgın ile, var olan eşitsizliklerin daha belirgin hale geldiğini söylerken, statükonun eline kârlarını geri vermek için yeşile boyanan sahte çözümlere dikkat çekti. Ayakha Melithafa ise iklim krizinden asıl etkilenenlerin iklim krizi meselesinin dışında tutulmasını şu sözlerle özetledi: “Ben insanlarla iklim değişikliği konuşmaya çalıştığımda bana dediler ki, bu ayrıcalıklı insanların meselesi çünkü ben iklim için değil, çocuklarım okuldan sağ salim dönebilek mi, akşam sofraya yemek koyabilecek miyim, diye kaygılanıyorum dediler.”
Panelin sonunda oturumun sunucuları tarafından Twitter’dan konu ile ilgili takip edilebilecek bir listenin bağlantısını verildi: twitter.com/i/lists/1379608111212756998
Adaleti merkeze almak
“Çözüm kelimesi sihirli bir kelime haline geldi ancak yanlış çözümlere izin vermememiz gerekiyor. İklim krizinin doğru çözümü de ancak adalet ile mümkün olabilir.” İklim krizi ile adalet ilişkisinin incelendiği panel, Alex Lenferna moderatörlüğünde, Teresa Anderson, Nnimno Bassey, Sonahur Rahman’ın katılımıyla gerçekleşti.
İklim krizinin oluşmasında en az etkiye sahip olanların, krizin olumsuz sonuçlarından en çok etkilenenler oldukları, bu panelde de öne çıkan meselelerden biriydi. İklim krizi karbon molekülü ile ilgili bir mesele olmaya indirgenerek krizin sosyal, kültürel yani yaşamsal boyutu göz ardı ediliyor ve topluluklar kendi yaratmadıkları sorunu düzeltmek için haksız bir yük taşımaya zorlanıyor. Panelde, krizin karbon miktarı meselesinden çok daha büyük olduğu bir kez daha vurgulandı: ”2050 yılında sıfır emisyon hedefleri acil eylemi ertelemek anlamına geliyor ve aslında çözüm olmaktan son derece uzak. İklim kriziyle mücadele planlarına toplumun da katılması ve yerele özgü çözümlerin bulunması şart.”
Gençlik örgütlenmeleri üzerinden güç toplamak
İklim krizi ile ilgili ilk iki oturumda gençleri harekete dahil etmenin öneminden söz edilmişti. Buluşmanın kapanış oturumu da farklı ülke ve kıtalardan genç aktivistlerin katılımıyla gerçekleşti. Greta Thunberg, Brienna Fruenan, Rey Valmores-Salinas, Venessa Nakate gibi aktivist gençlerin yer aldığı panelin moderatörlüğünü Nicki Becker yaptı.
Panel, gençlerin aktivizme yönelme hikayeleri ile başladı. Hem umut verici, hem de hüzünlü bu hikayeler, adaletin iklim krizi ile mücadelenin temeli olduğunu da kanıtlar nitelikte. Greta’nın panelde kurduğu cümle herkesi harekete geçmeye davet eder nitelikteydi; “Birinin bir şey yapması lazım ve ben de biriyim, bir şey yapabilirim.”
İklim adaleti ile ırksal adaletin ilişkisinin de ele alındığı panelde, iklim krizine sebep olmayan toplulukların olumsuz sonuçlardan ilk ve en çok etkilenen topluluklar olduğunu Flipinler’den Rey Valmores-Salinas ve Uganda’dan Venessa Nakate’nin hikayelerinden dinledik.
Brienna Fruenan kendi kültüründen iki terimi açıklayarak, iklim krizi ile mücadelede küçük toplulukların öneminden söz etti: ”Boşluk anlamına gelen ilk terim, insanlarla insanlar ve insanlarla doğa arasındaki mesafe anlamına geliyor. Ancak bu mesefe boşluk değil, bizi birbirimize bağlayan ilişkili bir aralık.” İlişki kurmak için bu aralığa doğru hamle yapmak anlamına gelen terimden bahseden Fruenan, yerli hakların çok uzun yıllardır dünya ile uyum içinde yaşamayı bildiğine dikkat çekti; “İklim krizini ortadan kaldırabilmek için kültürlerimizde çok fazla çözüm var, bunun için sesimizin duyulmasına ihtiyacımız var.”
Genç bir aktivist olarak en çok zorlandığı şeyin, krizin ne kadar kesişimsel bir şey olduğunu insanlara açıklamaya çalışmak olduğunu söyleyen Fruenan, iklim krizinin kapitalizmin ve sömürgeciliğin bir yan ürünü olduğunu ve bu gerçek sebeple yüzleşmeden krizin çözümünün de bulanamayacağını anlattı.
Venessa Nakate da, benzer şekilde iklim adaleti için savaşmanın aynı zamanda yoksulluğu ortadan kaldırmak için de savaşmak olduğunu ancak insanların karnını doyurma derdinde olduğu için bu kesişimselliği anlamakta zorlandığını söyledi. Nakate, iklim krizi meselesinin gelecek ile ilgili olmadığını, insanların şimdi felaketlerle yüz yüze kaldığını anlattığı son kısım ise durumun aciliyetine vurgu yaptı.
Buluşmada, ayrıca birçok müzisyen ve sanatçının katıldığı kültür oturumları ve yerel sorunları derinlemesine inceleyen ve çözüm bulmaya çalışan onlarca atölye de yer aldı.
Tüm oturumlar ve bazı atölyeleri https://tr.justrecoverygathering.org/#videos adresinden izleyebilirsiniz.
Derleyenler: Nil Ormanlı Balpınar, Özlem Gürtunca