ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

Kıyafetlerimizin görünmeyen maliyeti

Yayınlanma Tarihi: 3 Aralık 2020
Kıyafetlerimizin görünmeyen maliyeti

Leyla Aslan, Temiz Giysi Kampanyası Türkiye ayağının kurucusu Abdulhalim Demir ile hikâyesini, tekstil sektöründe çalışan işçilerin yaşadığı sağlık sorunlarını ve kıyafetlerimizin görünmeyen maliyetini konuştu.


Temiz Giysi Kampanyası’na geçmeden önce aslında ben sizin bu yola çıkış hikâyenizi çok merak ediyorum. Çünkü birbiriyle doğrudan alakalı. Biraz ondan bahsedelim mi?

Abdulhalim Demir

Ben 15 yaşında çocuk işçi olarak İstanbul’a geldim. İlk işim tekstildi. Tekstilde yıllarca kot kumlama yaptıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalandım. Silikozis hastalığı. Bu hastalık aslında dünyada bilinen bir hastalık ama Türkiye’de ilk kez tekstilde ortaya çıkmış. Adını ilk defa 2005’te duymuştum. Bir arkadaşımı silikozisten kaybetmiştim. 2007’de genel bir taramadan geçerek silikozis teşhisi aldık. Bu bizim için aslında bir travmaydı. Düşünün, geçinmek için çocukken bir işe giriyorsunuz ve yıllar sonra biri size, siz orada çalıştığınız için öleceksiniz diyor.

Bir meslek hastalığı…

Evet. Bu travmayla bir şoka uğramıştım. Ama aynı zamanda şunları da öğrendim. Bu bir meslek hastalığı, bununla ilgili devletin ciddi bir sorumluluğu var, bu işyerlerinin denetlenmesi gerekiyordu. Aynı anda diğer işçilere ulaşmaya başladım. Bu normal bir şey değil, sonuçta sosyal bir sorundan kaçıp buraya geldim ve burada da böyle bir şeye denk geldim, içimi dökeyim diye düşündüm. “Leyleğin Atılmış Yavruları” diye bir mektup yazdım ben de. Aslında o hikâyenin özünü bile işverenim anlatmıştı. On üç kardeşin bir tanesiyim. İşverenim bana hep, “Sen leyleğin atılmış yavrususun.” derdi. Nedeni ise, leyleklerin yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca, yetiştirebileceği kadar yavruyu yuvada bırakıp fazla olanları yuvadan atarmış. Ben ve kardeşim çalıştığımız için de “İşte siz atılmış yavrularsınız, çalışıp diğer kardeşlerinize bakıyorsunuz.” derdi. Bu aklıma gelmişti, o yüzden bu başlığı koyup aslında derdimizi anlatmıştım.

Kime yazdınız mektubu?

Medyaya göndermiştim. Ertesi gün NTV haber yapmıştı. Sonra bir arkadaşım arayıp, “Taraf Gazetesi’nde manşet olarak haberin çıkmış.” dedi. O gün akşama kadar telefonum susmadı. Onun etrafında bir sürü insan bir araya geldik. Sanatçılar, avukatlar, sendikacılar, gazeteciler. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi’ni kurduk ve bir dayanışma mücadelesi vermeye başladık.


“Silikozis tedavisi ücretsiz ama hastalığın bir tedavisi yok.”   

Bu hastalığın temel sebebi kot kumlama değil mi?

Evet, hastalık hiçbir şekilde başka alanda oluşmuyor. Sadece silika maddesinden oluşuyor. Yerkürenin de dörtte üçü silikadan oluşuyor. Kumun çok ince parçalara bölünerek, ince zerrecikler halinde solunmasıyla oluşan bir hastalık.

Siz kot kumlamada sürekli buna maruz kalıyordunuz…

Tabii, soluduğunda toza maruz kalıyordun. Bu sektörde çalışan işçilerin %99’u kayıtdışı, sigortasız çalışmıştı. Biz üç taleple yola çıkmıştık: Birincisi, kot kumlama hala devam ediyordu, yasaklanması gerekiyordu. İkincisi, silikozis hastalığı 1948’de Türkiye ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) arasında yapılan bir sözleşme ile ‘meslek hastalığı’ olarak kabul edilmiş. Dolayısıyla, bu işçilerin işçi olarak kabul edilip, bunlara iş göremez geliri bağlanması gerekiyordu. Üçüncüsü de, bir suç işlenmişti, birilerinin canına kast edilmişti, bunlara karşı davalar açmak istiyorduk. Ama bakanlığın bize cevabı şuydu: “Evet, silikozis bir meslek hastalığı ama prim sisteminin de bir mantığı var. Bir işçi sosyal güvenlik sistemine kayıtlıyken, o meslek hastalığına yakalanmışsa, SGK işçinin işverenine bunu rücu edip, bunun ücretini de oradan alarak işçiye veriyor. Dolayısıyla, bu işçilere kayıtdışı oldukları için böyle bir şey yapılamıyor.”

Mücadele sonucu, toplamda beş yıl içinde, 2009’da kot kumlamayı Türkiye’de yasaklattık. 2010’da Bakanlar Kurulu kararı ile silikozis hıfzıssıhha grubuna bağlı kabul edildi, tedavisi ücretsiz hale geldi. Ancak silikozisin bir tedavisi yok, orada bir ironi var. 2011’de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de desteğiyle, 6111 sayılı Torba Kanunu’na iki madde eklendi ve bütün silikozis hastalarına emekli maaşı bağlatıldı. Türkiye’de kot kumlama yasaklandığında birçok marka başka ülkelerden tedarik etmeye başladı. Bu işin aslında global bir sorun olduğunu hissetmeye başladık.


“Tüketiciden aldığın yumuşak güçle değişim yaratabiliyorsun.”

Türkiye’de gerçekten yasaklandı mı, yani kaçak göçek bir şekilde yapılıyor olabilir mi?

Türkiye’de çok ciddi bir kamuoyu oluştu, yani şu anda sektörden kime sorsan herkes bunun ölümcül olduğunu biliyor. Dolayısıyla, hiçbir şekilde yapılmadığından eminim. Ama hemen yanı başımızda, Mısır’da ve Bangladeş’te yapılıyor. 2007’de yola çıkarak bu mücadeleyi verirken aslında tekstilde birçok sorunu fark ettim. Biz kot kumlamayı yasaklattık ama sorun çözülmedi. Onun yerine başka bir teknik geldi. O da potasyum permanganat ile beyazlatma işlemi. Potasyum permanganat dediğimiz de, Avrupa Kimyasallar Ajansı (ECHA) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, zararlı kimyasallar sınıfına alınmaya çalışılan bir kimyasal.


Tekstilde başka bir sürü sorun gördük aslında. Kayıtdışı çalışma oranı çok yüksek, insanlar çok düşük ücretlerle çalışıyor. Dolayısıyla, Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi olarak bu global mücadeleyi sürdürmek biraz zor diye düşündük. 2010’da yolumuz Temiz Giysi Kampanyası (Clean Clothes Campaign) ile kesişti. Aslında bu bütün dünyada 230’dan fazla örgütün beraber mücadele ettiği bir ağ, sistem. Çünkü tekstil globaldir, sadece bir ülkede yapamazsınız. Mesela biz sadece Türkiye’de bunu yaparsak markalar çok zorda kaldığında bir başka ülkeye kaçar. Ama bunu bütün dünyada yaptığında, tüketiciden aldığın yumuşak güçle, aslında onlara baskılar uygulayarak değişim yaratabiliyorsun. O yüzden 2013’te Temiz Giysi Kampanyası Türkiye’yi kurmaya karar verdik. Şimdiye kadar kot kumlamayla ilgili 30’a yakın ülkeye gittim. 2012’de Cenevre’de Bangladeşli kot kumlama işçileri ile görüşmüştüm. Tam Bangladeş’e gidip orada bir kampanya başlayacakken Bangladeş’te Rana Plaza yıkıldı, biliyorsunuz 2013’te. Maalesef dünyanın en büyük iş kazalarından biri ve 1138 işçi hayatını kaybetti.

Çok büyük bir yıkımdı… Türkiye’den bir marka var mıydı o binada?

Evet, çok bilinen bir marka da vardı. İki yıl içinde Rana Plaza’da hayatını kaybeden bütün işçiler için tazminat topladık. Bangladeş için Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), IndustriALL ve UNI Global Union tarafından Temiz Giysi Kampanyası ile işbirliği içinde bir anlaşma yapıldı: Yangın ve Bina Güvenliği Anlaşması (The Accord on Fire and Building Safety in Bangladesh). Bu sözleşme ile Bangladeş’te üretim yapan bütün markalar kendi üretim yaptıkları binayı denetlemekle yükümlü kılındı. Eğer o binada beş yıl içinde bir şey olursa onlar sorumlu olacaktı. Biz de Türkiye’de bir kampanya yapmıştık. Türkiye’den olup da, Bangladeş’te üretim yapan on marka keşfettik. Şu an sayı daha fazla tabii. Şimdiye kadar bu markalar arasından iki tanesi anlaşmaya imza attı.


“Markalar taşeron işçilerden sorumlu olmuyor.”

Kot kumlama Türkiye’de artık yapılmıyor, çok güzel ama başka ülkelerde yapılıyor. Bu markalar için vazgeçilemeyecek bir şey mi? Bunun daha temiz ve masum bir alternatifi yok mu?

Aslında vazgeçilebilir. Kotun hikâyesine baktığımızda, kot geçmişte hiçbir işlem yapılmadan giyilen bir üründü. Bir kot 5-10 yıl giyilebiliyordu. Kot kumlamayla kotun ömrü altı aya iniyor. Sistemin istediği muhtemelen yırtılan ve yenilenmesi gereken bir şey. Şu an benzer işlemler farklı tekniklerle yapılabiliyor. Örneğin lazer biraz daha masum bir teknik çünkü ellemeden yapıyorsun. Ama maliyeti yüksek bir teknik. Zımparayla ve kimyasalla (potasyum permanganat) da yapılabiliyor. Biz beyazlatılmamış kot giymenizi tavsiye ediyoruz. Kot kumlamayı bir anda bütün dünyada yasaklatmanın mümkün olmadığını fark ettiğimizde markalara mektuplar yazmaya başladık. Şimdiye kadar yüzden fazla marka kot kumlamayı yasakladığını açıkladı. Bu şimdiye kadar yaptıklarının bir itirafıydı aslında. Ama maalesef bu güne kadar hiçbir marka kendisine üretim yapan bir işçiden sorumlu olmadı. Mesela ben dünyanın en büyük markalarından birine üretim yaptım ama bu markalar taşeron sistemi kullandıkları için sorumlu olmuyorlar. O yüzden Temiz Giysi Kampanyası bir yandan da şeffaflık kampanyaları yapıyor. Markalara “Tedarik zincirinizi açıklayın. Nerede üretim yapıyorsunuz?” deniyor. Bu, hem o tedarik zincirinin denetlenebilir olması hem de bir sorun çıktığı zaman markaları sorumlu tutabilmemiz açısından önem teşkil ediyor.


Ayrıntılı bilgi için: www.temizgiysi.org

Şu anda Türkiye dışında bu işte çalışan birçok işçi var. Bu işçiler, sigortalı olsun veya olmasın, işe başlarken hastalıkla ilgili bilgilendiriliyor mu?

Evet ama hiç kimse silikozis hastalığının tekstilden çıkmasını beklemiyordu. İlk kez 2005’te böyle bir teşhis konulmuş. Biz çalışırken de bu işin pis olduğunu söylüyorduk, “Banyo yaptığınızda geçer, doğal toz.” diyorlardı. Ama aslında o kumun içinde silika dediğimiz bir madde var, şimdiye kadar Türkiye’de 120 can aldı ve daha binlercesini de alması bekleniyor.


“ALACAĞINIZ ÜRÜNÜ BEN YAPTIM AMA PARAMI ALAMADIM!”

Türkiye’de ne durumdayız? Temiz Giysi Kampanyası’nı başlattığınızda tespit ettiğiniz eksikler nelerdi, nasıl çalışmalar yapıyorsunuz?

Türkiye’de sigortasız, kayıtdışı çalışma oranı çok yüksek ve çalışma koşulları çok kötü. Bunların iyileştirilmesi için çalışıyoruz. Kayıtdışı çalışmanın ortadan kaldırılması için yaptığımız şeffaflık çalışması var. Markalar tedarik zincirlerini açıkladıklarında biz oralara ulaşıyoruz, o işçilerin kayıtlı olup olmadıklarına bakıyoruz. Eğer kayıtsızlarsa kaydettirmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda bir acil eylem sistemimiz var. İşçilerin bir sorunu, bir şikayeti varsa direkt bize bildiriyorlar veya işçilerin sendikaları bizi arıyor. Biz onların sorunlarını önce markaya iletiyoruz. Markayla çözemezsek uluslararası partnerlerimizi bir araya getirerek kampanyalar yapıyoruz.

Geçmişte, Türkiye’de bir markaya üretim yapan işçilerin bir sorunu olmuştu. İşveren, işçilerin son üç aylık maaşlarını vermiyordu. Burası dünyanın büyük markalarından birine üretim yapıyor. İşçilere üç ay boyunca “İdare edin, düzelecek.” diyorlar. İşçiler bir sabah geldiğinde kapıyı sonuna kadar açık ve içerisini boş buluyorlar. Bu işçiler sendikalar aracılığıyla bize başvurdular. Biz de hangi markaya üretim yaptıklarını sorduk, markanın adını söylediler. Markaya bir mektup gönderdik. “Tedarik zincirinizdeki bir taşeronunuzda fabrika iflas etmiş ve işçiler alacaklarını alamamışlar.” dedik. “Biz oradan satın alıyorduk, bizi ilgilendirmez.” dediler. Kendilerine uluslararası bir sözleşmeye imza atarak kendi işçilerinden sorumlu olduklarını, etik davranıyoruz diyerek halkla ilişkiler yaptıklarını belirttik. “Siz bizim gözümüzde prensip olarak işverensiniz, dolayısıyla bu işçilerin ücretlerini vermeniz gerekiyor.” dedik. Bir yıl boyunca ikna etmeye çalıştık, ikna edemeyince de bir kampanya başlattık. Ürünlerine “Alacağınız ürünü ben yaptım ama paramı alamadım!” yazan etiketler yerleştirdik. Biz bu kampanya ile dünyada yaklaşık yüz milyon insana ulaştık. Neredeyse bütün ülkelerde ana haberlerde gündem oldu. BBC’den The Guardian’a kadar her yerde haber oldu. Daha sonra marka bu işçilerin alacaklarını ödemek zorunda kaldı. Bu da sanırım Türkiye’de bir ilkti. Bir marka ilk kez tedarik zincirindeki bir işçinin sorumluluğunu üstlendi ve ücretini ödedi. Ümit ediyoruz ki, bu bütün markalara örnek olur. Markalar o ürünleri yapan insanların emeği ile oralara geliyor, dolayısıyla bunun sorumluluğunu almaları gerekir.


Türkiye’de meslek hastalığına yakalanan kişilerle ilgili çeşitli kampanyalar yapan meslekhastaligi.org adlı bir siteniz var. Biraz da ondan bahsedelim mi?

Aslında Temiz Giysi Kampanyası Derneği iki ayrı başlıkta çalışıyor. Biri bütün tekstil işçilerinin mücadelesini veriyor, biri de Türkiye’de bütün alanlarda meslek hastalığı ile ilgili bir farkındalık yaratmaya çalışıyor. Bu bizim kişisel hikâyelerimizden de yola çıkarak geldiğimiz bir yer. 2012’de İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü doktor bir hanımefendi, yaptığı sunumda şunu söylemişti: “Türkiye’de çalışma koşullarına baktığımızda yılda 40-120 bin arası meslek hastası bekleniyor. Aynı yılın meslek hastalığı teşhisi almış işçi sayısı 400’dü… Bu sayının aslında çok iyi olduğunu belirtmişti ama iş kazası için 67 bin dediğimiz an bu güvenilirlik sıfıra iniyor. İş kazası sayısı 67 bin iken, meslek hastalığı sayısı 400 olamaz. Bunun dengelenmesi gerekiyor.

Meslek hastalığının ne olduğunu aslında birçok insan bilmiyor. Bu konuda kendime bir vazife çıkarmıştım. Bir portal oluşturalım, bu portal insanları bilgilendirsin, işçi hikâyeleri paylaşılsın istedik. Sektörlerle ilgili doğrudan bilgi verelim diye düşündük. Mesela hangi sektörde ne tür hastalıklar beklenebilir? Kadın kuaföründen tutun, deri işçiliğinde çalışanlara kadar birçok sektöre dair bilgi veriyoruz, farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Şimdiye kadar birçok işçi bize o site üzerinden ulaştı. Onları ne yapmaları, nerelere başvurmaları gerektiği konularında yönlendiriyoruz. Sonuçta bu, ülkenin bir yarası ve bunu sarmak gerekiyor. Ümit ediyorum ki önümüzdeki dönemde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile birlikte bu konuda bir şeyler yaparız. Çünkü bu onlar için de bir sorun. Ortada bir sorun var ve sorunun adı konmuyor.


Ayrıntılı bilgi için: www.meslekhastaligi.org

Peki, ben bireysel olarak ne yapabilirim?

Birincisi, bize gönüllü olarak dahil olabilirsiniz. Hiçbir şey yapamıyorsanız, derneğimizin giderleri konusunda destek olabilirsiniz. Derneğimizin web sitesi temizgiysi.org, oradaki bağış butonunu kullanarak da bize bağış yapabilirsiniz. Tüketim ayağı ile ilgili de tüketicilerden beklediğimiz, değişim ile ilgili gücün ellerinde olduğunu bilmeleri gerekiyor. Aldıkları ürünleri sorgulamaları gerekiyor. Bir markanın tutkunu olabilirler. Öyleyse de o markaya “Ben bu ürünü senden almak istiyorum ama düzgün üretmeni istiyorum.” demeliler. Biz çalışma biçimi olarak da, tüketicilerden aldığımız yumuşak güçle markalara baskı yaptırarak işçilerin koşullarını düzeltmelerini istiyoruz.

Bu röportaj Leyla Aslan’ın hazırlayıp sunduğu Açık Radyo’daki Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam programından yazıya aktarılmıştır.


Deşifre: Tansu Yeşilkır (Buğday Derneği Gönüllü İletişim Ekibi)

İllüstrasyon: Harry Haysom

Etiketler: , , , , , , ,

Henüz yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş