ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

Koronavirüs gıda krizine yol açabilir

Yayınlanma Tarihi: 14 Mayıs 2020
Koronavirüs gıda krizine yol açabilir

Tarımsal faaliyetlerdeki aksama, tedarik zincirlerindeki kırılmalar, uluslararası gıda ve yem ticaretinde yaşanacak daralmalar az veya çok her ülkeyi etkileyecek bir gıda krizine yol açacaktır.

Zehirsiz Sofralar Proje Danışmanı Dr. Bülent Şık’ın, “Korona Virüsü Gıda Krizine Yol Açabilir” başlıklı yazısı bianet.org’da yayımlanmıştır.

SARS-CoV-2 ya da daha yaygın adlandırma ile korona virüsünün yol açtığı salgın nedeniyle herkesin evinde kalması gereği dile getiriliyor; medyadan sürekli “evde kal” çağrıları yapılıyor ama çalışmak zorunda olan insanlar ile işsiz ve güvencesiz insanların ne yapacaklarına dair bir şey duymuyoruz. Örneğin yıl boyunca kentten kente göç edip duran mevsimlik tarım işçilerinin durumu nedir bilmiyoruz.

Nisan ayı yaz mevsiminde tüketilen gıdaların ekim dikim ayı, ama çiftçiler, tarım işçileri ve sayıları bir milyon civarında olan mevsimlik-gezici tarım işçileri mevcut salgından ne ölçüde etkilendi bilmiyoruz.

Bu insanlar hangi koruyucu önlemler altında işlerini yapıyorlar ya da işlerini yapmaya devam edebiliyorlar mı onu da bilmiyoruz. Bu meselelerden sorumlu Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı gibi kurumlardan tatminkâr bir açıklama duymaksa olanaksız.

Salgının kısa sürede kontrol altına alınamayacağına dair emareler giderek çoğalıyor.

SARS-CoV-2 virüsünün yol açtığı salgının iki yıl hatta daha uzun sürebileceğine dair çeşitli görüşler var.

Elbette şu an için öncelik sağlık hizmetlerinin aksamadan verilebilmesinde. Dolayısıyla salgın süresince sağlık kuruluşlarının iş yükünü azaltmak, yoğun bakım ihtiyacı duyan insanların sayısında anormal bir artışa neden olmamak çok önem taşıyor. Dolayısıyla izolasyon ve karantinaya yönelik önlemlerinin daha da yaygınlaştırılması ve bir süre daha sürdürülmesi gerektiği çok açık.

Ama üzerinde düşünülmesi gereken başka konular da var.

Salgın ne kadar sürecek?

Salgın ne kadar sürecek kesin olarak bilmek olanaksız olsa da uzun sürebileceği varsayımıyla salgının zamanla başka hangi krizlere yol açabileceği ve bu krizlere engel olabilmek ya da zararını azaltabilmek için nasıl bir hazırlık yapılabileceği sorularına yanıtlar aramalıyız.

Korona virüsü öylesine bulaşıcı ki bir ilaç ya da aşı geliştirilemezse bulaşma zincirinin kırılamayacağını ve salgının önümüzdeki birkaç yıl boyunca etkili olabileceğini tahmin ediyorum.

Yapılan bazı açıklamalarda da salgının bir yıl ile üç yıl arasında bir süre boyunca etkili olabileceği belirtilmişti.   

Ancak elde mevcut bilgiler çok az olduğu için yapılan tahminlerde yanılma olasılığının çok yüksek olduğunu da belirtmeliyim. Bu belirsizliğe rağmen olası bir krize ya da krizlere şimdiden hazırlık yapmak, yani ihtiyatlı olmak akıllıcadır. Örneğin salgın uzun sürerse bir gıda krizine girilmesinin çok olası olduğunu düşünüyorum.

Tarımsal faaliyetlerdeki aksama, tedarik zincirlerindeki kırılmalar, uluslararası gıda ve yem ticaretinde yaşanacak daralmalar az veya çok her ülkeyi etkileyecek bir gıda krizine yol açacaktır.

Bir gıda krizini önlemek için ne gibi hazırlıklar yapabiliriz sorusunun kapsamı çok geniş. Dolayısıyla bu konu çeşitli açılardan ele alınmayı ve kolektif bir çalışmayı gerektiriyor. Bu yazıda meseleye biraz açıklık getirmeye çalışıp, üzerinde düşünülmeye elverişli bazı çözüm önerilerini dillendireceğim.

Neler yapabiliriz?

Buğday ve baklagil ürünleri (nohut, mercimek ve kuru fasulye) gibi toplum beslenmesinde kritik önemi olan gıda maddelerinin üretim miktarını artırmaya yönelik teşvik edici, destekleyici uygulamaların hızla yürürlüğe konması gerekiyor.

1990 yılı ile 2018 yılları arasında buğday ekim dikimi yapılan alan yaklaşık yüzde 20 oranında azalarak 94 milyon dekardan 76 milyon dekara düştü.

Baklagil üretim alalarındaki düşüş ise daha çarpıcı. 1990 yılında yaklaşık 20 milyon dekar olan baklagil ekim alanı 2016 yılında yüzde 65 oranında azalarak 7 milyon dekara düşmüş.

Dolayısıyla gerek buğday ve gerekse baklagil üretimine ayrılabilecek fazlasıyla arazi mevcut. Tarımı özellikle de aile çiftçiliğini yeniden canlandırmaya yönelik bir teşvik paketi hazırlanabilir. Böyle bir paket olası gıda krizine bir hazırlığın ötesinde zaman içinde toplumsal olarak başka faydalar da sağlayabilir.

Tahıl ve baklagil üretimini arttırma gereği olası bir hayvancılık krizi için de çözüm olabilir.

Türkiye’deki büyükbaş hayvanların yaklaşık yüzde 80’i kültür ırkı olarak nitelenen hayvanlardan oluşuyor. Ancak Türkiye’nin otlak ve meralarındaki otların boyları koyun yetiştiriciliğine uygun olduğu için kültür ırkı hayvanları meraya çıkararak beslemek işe yaramıyor; bu hayvanları suni yem ile beslemek gerekiyor. Suni yem ile besleme için her yıl parasal karşılığı yaklaşık 2,5-3 milyar dolar civarında olan GDO’lu soya ve mısır ithal etmek zorunluluğu var.

Önümüzdeki süreçte bu ithalat yapılabilecek mi ya da ne oranda yapılabilecek belirsiz. Eğer soya ve mısır ithalatında bir sorun yaşanırsa hayvan besiciliğinin ciddi bir krize girmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda et üretimindeki düşmeler ya da aşırı fiyat dalgalanmaları karşısında tahıllar ve baklagillerden müteşekkil bir bitkisel protein stoku gıda güvencesi açısından bir teminat oluşturacaktır.

SARS-CoV-2 virüsü ile ilgili akademik çalışmalarda gıda güvenliği açısından da dikkate alınması gereken bazı yeni bulgular var.

Örneğin virüsün yol açtığı COVID-19 hastalığına yakalanan kişilerin bir kısmında ishal görülüyor. İshal ya da dışkılama yolu ile vücuttan yoğun bir virüs atılması söz konusu. Korona virüsünün atık sularda ne kadar süre ile aktif bir patojen olarak kalabileceğini, içilebilir su varlıklarına ve gıdalara bulaşıp bulaşmayacağını henüz tam olarak bilmiyoruz.

Ama ihtiyat ilkesini dikkate alarak bazı ön değerlendirmeler yapabiliriz.

Atılan virüs atık su sistemine dâhil olacaktır. Öncelikle konutlardaki ve iş yerlerindeki özellikle de gıda üretimi yapan işyerlerindeki sıhhi tesisatın sağlam bir şekilde iş görmesi olası bulaşmaları engellemek açısından önemli. Atık su sisteminden de bir fekal-oral bulaşma riski söz konusu olabilir. Ancak SARS-CoV-2 virüsünün atık sularda ne kadar süre ile aktif bir patojen olarak kalabileceği, içilebilir su varlıklarına ve gıdalara bulaşıp bulaşmayacağı, bir bulaşma söz konusu olduğunda ise ne ölçüde bir hastalık riski oluşturacağı gibi soruların yanıtlarını henüz tam olarak bilmiyoruz. Yani bu konunun detaylı bir şekilde araştırılması gerekiyor. Ama ihtiyatlı davranmak ve özellikle içme sularının mikrobiyolojik kalitesini sağlamak için yapılan çalışmaları çok daha dikkatle yapmakta yarar var.

Her hâlükârda uzun sürecek bir salgının yol açabileceği gıda güvenliği sorunlarının gıda krizini daha da derinleştirmesi kuvvetle muhtemeldir.

Bu bağlamda olası bir gıda krizinin üzerinde çalışılması, tartışılması gereken çeşitli yönleri olduğu söylenebilir.

Kolektif çalışma şart ama bu mümkün mü?

Böyle bir çalışmanın ya da tartışmanın konunun taraflarınca kolektif nitelik taşıyan bir yaklaşım içinde yapılması gereği çok açıktır. Mesele sadece Sağlık Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı’nı değil çok sayıda örgütü ilgilendiriyor. Örneğin gıda güvencesi ve güvenliği ile ilgili çiftçi örgütleri, Ziraat Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası ve Tabipler Odası başta olmak üzere ilgili meslek odaları, tarım sendikaları ve çeşitli sivil toplum örgütleri ilk anda aklıma gelenler.

Böyle bir gereklilikten sorumluluk sahibi herhangi bir kurumun ya da örgütün kaçabileceğini de sanmıyorum; ancak içinde olduğumuz siyasal iklimde böyle bir kolektif çalışma ne kadar mümkün onu da bilemiyorum.

İşbaşındaki siyasal iktidarın sorunları teşhis etme, toplumsal refaha öncelik vererek uygun çözümleri oluşturabilme, adaleti ve kamu çıkarlarını koruma konusunda sergilediği içler acısı tutum en önemli engeli oluşturuyor.

SARS-CoV-2 virüsünün yol açtığı salgın nedeniyle cezaevlerinden doksan bin insanı tahliyesini sağlayan bir infaz düzenlemesi yapıldı önceki gün. Cezaevlerinden tahliyeler başladı. Ama çıkarılan yasal düzenlemede cezaevlerinde haksız, hukuksuz yere tutulan insanların örneğin Osman Kavala’nın, çok sayıda gazeteci, yazar ve siyasetçinin tahliye edilmesini sağlayacak hiçbir hüküm yer almadı. Aksine, çıkarılan yasal düzenlemeye bazı tutukluların cezaevinde kalmasını garanti altına alan ilave hükümler eklenerek mevcut adaletsizlik daha da pekiştirildi.

Türkiye’nin siyasal alanındaki muazzam gerileme korona krizinin başka krizleri tetiklemesindeki temel itici güç ne yazık ki. Gerileme ya da çöküş olarak nitelediğimiz süreçlerin bir sonu ya da dibi de yok. Toplumsal hayat bugünden yarına pat diye değişmiyor; değişmeyecek de.

Değişmeyecek mi? Çabalamanın bir anlamı var mı? Kim bilebilir?

Korona virüsü hayatımızı çepeçevre saran belirsizliğin ne kadar büyük olduğunu hatırlattı bir anda. Neyin, nasıl olacağını öngörebilme gücümüzü büyük ölçüde yitirdik. Ama belki de daha iyi bir hayatı mümkün kılmak için yaptığımız çabalar da birer tomurcuk olarak o yeniden varlığını hatırladığımız belirsizlik âleminin içinde çoğalıp duruyor. Bilemediğimiz, belki de hiç göremeyeceğimiz bir zamanda köklenecek birer tomurcuk olarak orada büyüyor. Kim bilir; kim bilebilir?

Zehirsiz Sofralar Proje Danışmanı Dr. Bülent Şık’ın, “Korona Virüsü Gıda Krizine Yol Açabilir”  başlıklı yazısı bianet.org’da yayımlanmıştır.

Etiketler: , ,

Henüz yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş