“Ot var, çiçek var, sevdalığa çare var.”
Sürdürülebilir ve bütüncül mutfağın şehirdeki uygulamaları konusunda atölyeler düzenleyen, yemek kültürü yazarı ve ‘İnce Kiler’in kurucusu Nazlı Pişkin ile kokulu ot ve baharata dair konuştuk.
Nazlı Pişkin, Akdenizli bir ailenin çocuğu olarak Ege’de, yiyeceklerin hikayelerinin anlatıldığı sofra başı sohbetlerin yapıldığı bir ortamda büyümüş. Üzüm bağlarında, gül bahçelerinde, “Ot var, çiçek var, sevdalığa çare var.” diyen nineleri ile birlikte zaman geçirmiş. Portakal çiçeklerini koklayarak, farklı zeytinler tadarak büyümüş. Doğduğu toprakların zenginliği ile lezzet hafızasını oluşturmuş.
Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra başladığı çevirmenlik hayatında özellikle yiyeceklerin tarih içindeki yolculuklarına odaklanmış. Çeşitli dergilerinde çok sayıda çevirisi ve araştırma yazısı yayımlanmış.
Editörlüğünü yaptığı kaynak kitaplar ve farklı yayınevleri tarafından yayımlanan çevirilerinin listesi ise uzun. “Tehlikeli Tatlar: Tarih Boyunca Baharat” ve “Kokulu Ot ve Baharat Ansiklopedisi”, çeviri kitaplarından sadece ikisi.
Pişkin, 2012’den beri yemek konusunda projeler, seminerler, kurumsal eğitimler ve çeşitli atölye çalışmaları düzenliyor. Türkiye’nin ve Dünya’nın farklı yerlerinden geleneksel mutfak uygulamalarının sürdürülebilir beceriler olarak aktarılması ve unutulmuş gıda malzemelerinin yeniden kullanılır hale gelmesi için gayret ediyor.
En baştan başlayalım, baharat nedir? Baharata ilgin nasıl başladı?
Çevirmen olduğum için sözcüklerle oynuyorum, bu yüzden etimolojisiz olmaz tabii. Baharat, Arapça kökenli bir sözcük ve Arapça’da “güzel kokulu otlar, güzel koku” anlamına gelen “bahar” sözcüğünün çoğulu. “At” eki Arapça’da çoğul ekidir. Bahar, yani güzel kokuların,otların,güzel kokulu maddelerin çoğulu: baharat. Dolayısıyla, şu notu da eklemek isterim, Türkçe’de “baharatlar” demeye dilimiz çok alışmış ama artık bu bir galat-ı meşhur olmuş dilimizde, yani kabul edilmiş bir yanlış olmuş. Aslında baharat dediğimiz şey zaten çoğul bir kelime. Dolayısıyla temiz bir Türkçe kullanmaya gayret edecek olursak, baharatlar dememize gerek yok.
Tanımına bakacak olursak, baharat bitkilerin kök, sap, yaprak, çiçek tomurcuğu, eğer ağaçsa kabuğu gibi kısımlarından elde edilen kokulu maddelerdir. Biz daha çok bitkisel kaynaklı baharat biliyoruz ama unutmayalım ki, hayvansal kaynaklı baharat da var.
Dilimizde o çok bildiğimiz, çok kullandığımız “mis gibi kokuyorsun” ile hatırladığımız, misk de hayvansal kaynaklı bir baharat. Bunun gibi daha başka hayvansal kaynaklı baharat çeşitleri de var. Bunlar hayvanların genellikle salgıları veya vücutlarındaki bir salgı bezinden alınmış bir parça olabiliyor.
Baharat her zaman yükte hafif, pahada ağırdır. Genel olarak, hangi coğrafyada yaşıyorsak o coğrafyaya uzak bir coğrafyadan getirilmiş olanları da vardır. Kokulu ot ile baharatın en temel ayrıldığı yerlerden bir tanesi bu. Baharat, genelde uzak yol ve deniz ticaretine konu oluyor.
Peki kokulu otları baharatlardan nasıl ayırt edeceğiz?
Kokulu otlar genel olarak baharat kadar pahalı değil. Çünkü bulunduğumuz coğrafya ne ise, o coğrafyada, o iklimde, o toprakta, o tohum bolca yetişebiliyor. Uzaklardan getirmemize gerek kalmıyor.
Daha çok bitkinin yaprağı, sapı olarak kullandığımız kısımları ve hemen arka bahçemizde, küçücük bir saksıda çok kolayca yetiştirebileceğimiz, bazıları tek yıllık bazıları 2-3 yıllık olan çalımsı, otumsu bitkiler. Örneğin; Nane, dereotu, kekik, fesleğen, taze kişniş, mercanköşk…
Baharata örnek verecek olursak da; karabiber, tarçın, zerdeçal, misk, anason, damla sakızı, pelesenk… Pelesenk, Türkçe’de “dilimize pelesenk olmuş”dan bildiğimiz bir reçine. Biz çok şanslıyız, Anadolu’da yetişen bazı baharat çeşitleri var.
Baharatın kullanım alanlarından biraz söz edelim mi?
Baharat aslında tamamen kültür tarihiyle iç içe geçmiş olan bir konu. Sadece mutfakta kullanmıyoruz, farklı kullanım alanları var. En başta tıp. Modern tıbbın ve biyokimyanın yaygınlaşmasına kadar baharat ve kokulu ot ilaç yapımında kullanılan malzemeler. Hâlâ daha, geleneksel tıp uygulamalarında çeşitli vesilelerle sıkça görüyoruz. O yüzden, bunların tarih boyunca ilaç olduklarını unutmamak ve bilinçli kullanmak gerek.
Bir diğeri, sanayide kullanılması. Kimyanın gelişimine kadar pek çok baharat ve kokulu ot, özellikle boyar madde olarak, tekstil ve deri boyamasında kullanılıyor. Budistlerin kullandıkları güzel kumaşlar klasik dönemde aslında zerdeçal ile boyanıyordu.
Koku çok önemli bir uyarıcı; hafızamıza ilk yerleşen şey, bebekliğimizde ilk tanıdığımız da annemizin kokusudur. En sağlam, en temel duygudur. O yüzden ritüel kullanımları çok fazladır. İbadethanelerin ve sunakların kokulandırılmasında tarih boyunca baharatın kullanıldığını görüyoruz.
Türk mutfağında baharat kullanımı hakkında neler söylersin? Tarihçi yanına da sorayım biraz, Osmanlı’da baharat kullanımı nasılmış?
Mutfakta, eczada ve de güzel koku, parfüm yapımında baharat kullanımı Osmanlı’da çok yaygın. Zaten bütün Akdeniz Havzası’nda baharat çok çeşitli şekillerde yaygın olarak kullanılıyor. Anadolu coğrafyasında, Osmanlı’dan önceki uygarlıklarda da epey baharat kullanımı var. Anadolu tarih boyunca göç yolu, büyük imparatorlukların hüküm sürdüğü bir coğrafya. Dolayısıyla, tedarik kolaylığı, zenginlik, satın alma gücü ve zanaatkarlığın gelişmiş olması, çeşitli iş kollarında baharatın kullanımının yaygınlaştırılmasını sağlıyor.
Osmanlı, kendinden önce Hitit, Roma, Bizans’ın baharat kullanımını miras olarak almış ve zenginleştirmiş. Bilhassa, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı almasından sonra, İskenderiye Limanı’nın Osmanlı yönetimine geçmesi ile Hint Okyanusu üzerinden Akdenize akan baharat ticareti hakimiyetinin de Osmanlı’ya geçtiğini görüyoruz. Bu dünya ticaret tarihinde baharat kullanımı ile ilgili çok önemli bir gelişme.
Topkapı Sarayı’nda “helvahane” denen, sadece tatlı ve çeşitlerinin yapıldığı bir kısım değil, ayrıca ilaçların da yapıldığı bir yer var. Dolayısıyla, mutfağın yanı sıra, helvahanede de çok çeşitli ve yüklü miktarda baharatın ilaç yapımı için kullanıldığını görüyoruz. Aromaterapide kullanılan tedavi edici karışımlar, merhemler, yakılar, haplar vb.
Artık kullanmayı unuttuğumuz ama tarih boyunca, özellikle Osmanlı’da sıklıkla kullanılan baharat çeşitleri var mı?
Sıklıkla demeyelim ama şimdiye göre daha yaygın kullanılanları var. Özellikle daha zengin kesimde, saray çevresinde ve konaklarda, idarecilerin evlerinde, mutfaklarda kullanılan baharatlar var. Örneğin, misk o dönemde çok kullanılıyor. Günümüzde, sunisini bazı meşhur kadın parfümleri içinde görüyoruz. Gerçek misk zaten nesli tehlikede olan bir hayvandan, misk geyiğinden elde ediliyor. Dolayısıyla, mutfaklarda neredeyse hiç kullanmadığınız bir baharat.
Adını çok sevdiğim, darülfülfül baharatı var. Tadı karabibere benzesede; yakıcılığı daha az, kokusu daha kuvvetli, bambaşka bir baharat. 17. yüzyılda deniz ticaretinin Hint Okyanusu ve Akdeniz’de artması ve büyük tonajlı gemilerin inşa edilmesi ile birlikte daha çok baharatın Akdeniz’e gelmeye başlıyor. Karabiberin hakimiyeti 17. yüzyılın sonuna doğru azalıyor. Ancak karabiber pahaliyken darülfülfülün hakimiyetini görüyoruz.
Bugün Uzak Doğu’da ve çeşitli yerlerde hâlâ yetiştiriliyor. Bizim artık mutfağımızda karabiber yerini aldı ama İstanbul’da iyi aktarlarda darülfülfül bulmak mümkün.
Baharat satın alırken, evde saklarken, kullanırken nelere dikkat etmeliyiz? Bu konuda en sık yapılan hatalar neler?
Yükte hafif, pahada ağır şeyler dedik belki ama, bunlar hakikaten çok emek harcanarak yetiştirilen, uzun yoldan gelirken dikkatli nakledilmesi gereken malzemeler. Dolayısıyla, aslında bir gramını bile israf etmemek, ziyan etmemek gerek diye düşünmeliyiz. Hiçbir malzeme ziyan etmemeliyiz tabii ki ama özellikle bizim coğrafyamızın dışından gelen ve hem şifası ile hem de lezzeti ile hayatımızı şenlendiren bu ürünler için daha titiz davranmalıyız diye düşünüyorum.
Baharat alırken, bir kere az miktarda almak önemli. Mutfağımızdaki her şeyi lütfen azar azar alalım. Bol bol alıp çöpe atmak, ziyan etmek çok üzücü. Az miktarda ve bütün halde alabildiğimiz şeyleri tane halde almak gerek. Mesela, kuru kök olarak alınan zerdeçalı evlerdeki öğütücülerde öğütmek çok zor, bu nedenle az miktarda tazesi alınabilir. Kurusunu alıyorsak da yine kaliteli ve az miktarda almak lazım.
Ağzı sıkı kapalı kaplarda saklamak lazım. Nemden, ısıdan ve ışıktan mümkün olduğunca korumak lazım. Davlumbazların üstünde, iyi kapatılmamış ya da ağzı açık vaziyette baharat kavanozları konulduğunu çok görüyorum. Yemek yaparken hemen elimizin altında olsun diye tercih ediliyor ama bu çok sık yapılan yanlışlardan. Çünkü o davlumbazın üstü hem nem hem ışık hem de sıcaklık bakımından baharatın hiç boşuna gitmeyen bir yer. Dolayısıyla az alalım, mümkün olanları tane olarak alıp evde kendimiz kullanacağımız zaman, kullanacağımız miktarda öğütelim. Böyle bir imkanınız yoksa da öğütülmüş olan baharatı azar azar alalım. Buzdolabına koymayalım, kuru ve nemsiz bir yerde saklayalım.
Baharatı alıp kavanoza koyuyoruz, tarihlemiyoruz. Aylar sonra bir açıp yemeğe katıyoruz ama çok lezzet vermemiş, aromasını kaybetmiş…
Özünü, ruhunu kaybetmiş… Anneannemin annesi, çok sevgili Şevkiye anneanne baharat ve kokulu ot için ruhu çok kullanırdı. Tarihi geçmiş, bayatlamış baharat için, “Aa, bunun ruhu uçmuş artık.” derdi. Aslında onun ruh dediği şey ile, bizim esans dediğimiz, özü, yani o baharatın içindeki uçucu yağdan bahsediyoruz. Isıl işlemle, nemle, ısıyla teması uzadığında baharatın içindeki uçucu yağın etkisi de azalıyor.
Oksijenle ne kadar çok temas ederse o kadar kısa sürede okside oluyor ve artık şifasını yitiriyor. Bu nedenle bütün halde almak daha önemli. Bütün halde alınan baharatın uçucu yağı, ruhu açığa çıkmadığı için öğütülmüşe göre oksijen ile teması daha azdır ve daha uzun süre dayanır. Baharat zaten özünde uzun süreli dayanan bir şey ama yine de dediğim şeylere dikkat edilirse, bu pahalı ve çok emek emek ile yetiştirilmiş malzemeleri daha uzun süre muhafaza etme şansınız olur.
O zaman evimizde öğütücüler, havanlar bulundurmalıyız.
Bizim mutfak kültürümüzde havanlar var. Eski mutfaklarda farklı amaçlar için kullanılan boy boy havanlar olurdu. Tunç havanlar, mermer havanlar, taş havanlar, tahta havalar… Günümüz mutfak mimarisinde bunları koyacak yerimiz olmayabilir ama orta boy bir tunç havan yeterli alabilir.
Piyasada kahve öğütücüleri diye satılan yüksek wattlı elektrikli öğütücüler tercih edilebilir. Ancak kahveyle baharatı aynı yerde öğütmemek lazım. Ne kadar yıkansa da kokusu geçebilir. Tarçını da o makinada çekerseniz yanar, ziyan olur. Onu toz halde, az miktarda alabilirsiniz.
Dünyada garam masala, köri gibi birçok birbirini tamamlayan baharat karışımları var mı?
Klasikleşmiş baharat karışımları var. O coğrafyanın malzemeleri ile eşleştirilmek üzere kullanılmış. Hindistan’dan garam masala, köri karışımları; Uzak Doğu, İtalya ve Fransız mutfağında bambaşka karışımlar var.
Örneğin Fransa’da, kokulu otların kuruları ve baharatın bir arada bulunduğu karışımları görebiliriz. İtalyan mutfağı da hakeza öyle. Orta Doğu mutfağı üstünden, bizim Hatay’a, Antakya’ya gelmiş olan zahter gibi karışımlarımız var. Kuzey Afrika’da zahtere benzeyen, onun bir türevi olan dukkah karışımı var.
Her coğrafyanın kendi malzemeleri ile mutfağında birleştirmek üzere oluşturduğu klasikleşmiş baharat karışımları var. Son çıkan “Kokulu Ot ve Baharat Ansiklopedisi” adlı çeviri kitabımda bunlardan epey bir tarif var. Zaman zaman İnce Kiler ve kendi sosyal medya hesaplarımda da bunları severek paylaşıyorum.
Mutfağında en çok kullandığın, sevdiğin ve diğerlerinden bir şekilde ayırdığın bir baharat var mı?
Herkesin bir gözdesi vardır. Benim mutfakta diğerlerinden ayırdığım, çok sevdiğim baharat ise damla sakızı. Benim gibi Akdenizli. Sakız Adası’nda endemik bir tür damla sakızı ağacının reçinesi.
Aden Körfezi’ne özgü bir ağaç türü olan pelesenk ağacından elde edilen pelesenk de damla sakızı gibi bir baharat olarak kabul ediliyor. Ağacın öz suyu güneşte kuruyunca reçine oluyor.
Kokulu otlardan var mı?
Var tabii. Arapsaçını, yani taze rezeneyi, biberiyeyi ve adaçayını çok severim. Adaçayı, biberiye ve nane benim bahçemde her zaman bulunur. Çok kullandığım ve çok sevdiğim kokulu otlar bunlar. Çokta kolay yetişen şeyler, herkes yetiştirebilir.
Kokulu otların mitolojideki ve tarihteki yerlerinden söz eder misin biraz?
Kokulu otlar mitolojinin kalbi aslında. Pek çok kokulu otun bir dönüşüm hikayesi var. Örneğin Defne, çok güzel bir genç kızdır ama sevdiğinden kaçarken kendisini defne ağacına dönüşür. Müthiş bir istenmeyen aşk hikayesi. Nane ise bir adı Minthe olan bir su perisidir.
Yunan, İran, Hint mitolojilerinde kokulu otları bilhassa dönüşümler üzerinden pek çok hikayesi vardır. Hepsi çok zevkli, birbirinden eğlenceli, kimi zaman ise hüzünlü ama her zaman bilgilendirici hikayeler.
Kokulu otların biyolojik çeşitliliğe katkıları neler?
Kokulu otlar baharata göre çok daha kolay yetiştiği ve ağaçlara göre kısa ömürlü oldukları için hızlıca çaprazlanabililer, değişiklikler yapabilir. Dolayısıyla, biyolojik çeşitlilik bakımından çok zengin türler. Bazılarının yüzlerce türü olabiliyor. Anadolu coğrafyası farklı toprak yapıları, farklı yükseklikler ve rüzgar alımları açısından çeşitlilik gösterdiği için farklı bölgelerimizde aynı kokulu otun farklı türlerini görebiliyoruz. Tabii bu, isimlerinin de farklı olmasını getirebiliyor. Dolayısıyla, yazarken ve okurken çok dikkat etmek gerekir. Aynı bitkiye farklı adlar verilebiliyor ya da farklı bitkiye aynı ad verilebiliyor.
Saksıda neler yetiştirebiliriz?
Kokulu otların hepsi saksıda yetişmez. Çok derine kök salmak isteyen, çalı formunda olanları yetiştirebiliriz ama biraz büyük saksıda yetiştirmek lazım. En kolay yetiştirebileceğimiz şeyler nane, mercanköşk, her türlü kekik, bodur adaçayı, kişniş, rezene, dereotu, maydanoz…
Hatta bazılarını, mesela naneyi bahçemiz olsa bile saksıda yetiştirmemiz uygundur. Çünkü nane toprak altından kol atarak ilerleyen bir bitkidir. İki sene sonra bir bakarsınız ki bütün bahçeyi nane sarmış, başka bir şey yetiştiremezsiniz. Büyük bir yeriniz varsa ne âlâ. Kurutursunuz, hediye edersiniz, farklı şekillerde saklarsınız. Hiçbir şekilde ziyan olmaz.
Ama küçük bahçelerde özellikle saksıda yetiştirmek daha uygundur ki bütün alanı kaplamasın.
Bazı şeyler için balkon, teras bile olması gerekmiyor. Çok küçük saksılarda, rüzgar almayacak korunaklı bir yerde bir tertip kurduktan sonra pencere önlerinde bile yetiştirmemiz mümkün. Küçük aileler için saksıda kokulu ot yetiştirmek çok uygun. Çünkü büyük şehirlerde kokulu otlar küçük demetlerde satılıyor ve bence çok pahalıya satılıyor. Bir de aromalarını kaybetmiş olarak uzun yollardan geliyorlar. Fesleğen, dereotu gibi az kullanılan şeyleri küçük saksılarda yetiştirmek oldukça sürdürülebilir.
Bilhassa küçük çocuğu olan aileler için çok tavsiye ediyorum. Çünkü o tohumu toprağa atmak, onu sulama sorumluluğunu küçük çocuğa vermek, ışığa göre yerini ayarlayıp doğa ile çocuğun bir saksı üstünden bile bütünleşmesine imkan tanımak şehir ortamında en kolay kokulu ot yetiştirmekle oluyor. Çocuğun oradan bir sap kopartarak kendi kahvaltısında kullanması, makarnasının üstüne koyması; “ben de yetiştirebiliyorum, bir tohumdan bu oldu ve buna ben baktım” demesini sağlamak tohumdan tabağa mantığını çocuklarımıza erken yaşta verebilmenin en kolay ve en eğlenceli yolu.
Senin baharat kokan çalışmalarından ve incelikler ile dolu, “İnce Kiler” adını verdiğin blog sayfandan söz edelim istiyorum. İnce Kiler’in anlamı nedir?
İnce Kiler, mutfak ve mimarlık tarihimizden bir kavram. Osmanlı’da büyük konaklarda iki tip kiler var, bir tanesi “kaba kiler”, diğeri “ince kiler”. Kaba kilerde daha az işlenmiş ürünler ve malzemeler varmış. Un ve buğday çuvalları gibi daha kaba, işlenmemiş veya daha az işlenmiş malzemeler. İnce kiler ise genelde harem tarafındaki mutfağın yanında bulunuyor. İçerisinde her türlü meze, işlenmiş etler, turşular, yağlar, içkiler, reçeller, peynirler, baharat çeşitleri, kurutulmuş kokulu otlar ve de misafir için çıkarılan yemek takımları, sofra örtüleri gibi incelikli malzemeler. Bunu çok sevdiğim için de blogumun ve sosyal medya hesabımın ismi İnce Kiler.
Çevirisini yaptığın, Oğlak Yayınları’ndan çıkan Tony Hill’in “Kokulu Ot ve Baharat Ansiklopedisi” adlı kitabının içeriğinde neler var?
“Kokulu Ot ve Baharat Ansiklopedisi”, Kasım 2019’da kitap fuarında yayımlandı. Epey kalınca, ansiklopedik formatta, hem kokulu otların hem baharat çeşitlerinin anlatıldığı bir kitap. Çeşitli başlıklar altında, A’dan başlıyor ve Z’de bitiyor. Malzemelerin Latince’deki adı, Türkçe’de en yaygın olarak kullanılan eş anlamlıları ile birlikte; anavatanı ve günümüzde yaygın olarak yetiştiği yerler gibi künye bilgileri yer alıyor. Ardından, Amerikalı bir aktar olan kitabın yazarı, Tony Hill’in her bir baharat ya da kokulu ot hakkında verdiği bilgiler ve bir tarif ile devam ediyor.
Dünya mutfaklarından çeşitli baharat karışımları da yer alıyor. Dolayısı ile çayınızı, kahvenizi içerken oturup zevkle karıştırabileceğiniz bir kitap. Bir şef iseniz ya da kendi mutfağınızın şefi iseniz kitabın içinden istediğiniz mevsime özgü bir tarifi seçip rahatlıkla yapabilirsiniz. Tarih veya gastronomi öğrencisi iseniz de çeşitli bilgileri alıp kullanabileceğiniz çok kapsamlı, geniş bir kitap.
Bilgisi kuvvetli, işin pratiğinden gelen bir yazarın kitabını dilimize kazandırmış olmaktan çok sevinçliyim. Benim de çok şey öğrendim bir kitap oldu.
Çok farklı yollarla, değişik kanallarda aynı amaç için çalışıyorsun, özenle üretiyorsun. Bizi yeni projelerinle daha da zenginleştireceğinden hiç kuşkum yok. Kitap projelerini, blogunu ve yeni akıl fikirlerini tohumlar gibi “kurda kuşa aşa” diyerek zihnimizin, ruhumuzun, hayatımızın toprağına savuruyorum. Yeşersinler, büyüsünler, çoğalsınlar… Son sözü sana bırakıyorum.
Yaptığım her işi “kurda, kuşa, aşa” niyetiyle yapmaya gayret ediyorum. İnce Kiler’imde ürettiğim ürünleri şifa ve sevgiyle, karşısındakine yaraması niyetiyle sunuyorum.
Salgın süresince de aslında bu niyetlerin, gıda üstündeki titizliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Gıda güvenliği, gıdanın israf edilmemesi gerektiği ve yerel üretimin ne kadar önemli olduğunu hep konuşuyoruz ama artık hakikaten bunun hayatın tam ortasında olduğunu anladık.
Şehirler kendine yetemez haldeyken var olmak çok daha bambaşka zorluklar arz eder halde. Dolayısıyla, hepimizin mutfağımızda en küçük gıda malzemesini bile dikkatlice kullanarak; israf etmeyerek, malzemenin hakkını vererek, üretici emeğini ziyan etmeyerek sağlıklı bir şekilde beslenmeye niyet etmek ve bu yönde gayret etmek üzere bu süreçten çıkmasını diliyorum.
Bu röportaj Lalehan Uysal’ın hazırlayıp sunduğu “Buğday’ın Ambarından Kurda Kuşa Aşa” programından yazıya aktarılmıştır. Tüm podcast bölümlerini dinleyebilirsiniz.
Fotoğraflar: Nazlı Pişkin
Kapak Fotoğrafı:Getty Images
Deşifre: Sinem Demirkan – Gönüllü Eğitim Ekibi
Yazıyı okudum.Çok güzel bir yazıydı.Nazlı Hanım faydalı bilgiler vermiş.Baharat aslında sağlık açısından hayatımızın kalıcı bir parçası olmalıdır.Nazlı Hanım’a ve buğday ekibine çok teşekkür ederim.