Oxford’ta Hayatın Mücevherleri: Tohumlar
Londra’da Oxford Üniversitesi, St Catherine’s College’de gerçekleşen ”Oxford Symposium on Food and Cookery” yaklaşık 40 senedir dünyanın en prestijli yemek sempozyumu olarak kabul görüyor ve dünyanın dört bir yanından akademisyenleri, yemek araştırmacılarını, yazarlarını, bilim insanlarını ve şefleri aynı platform altında buluşturuyor. Yemek üzerine düşünen, yazan, yemeği tasarlayanlar arasındaki iletişimi güçlendirmeyi ve bilgi paylaşımını amaçlayan sempozyumda o senenin konusuna ilişkin yaklaşık 50 sunuma yer veriliyor. Sunulan bu makeleler bir sene sonra yemek tarihi ve etnolojisi üzerine kitapları ile tanınan yayınevi ‘Prospect Books’ tarafından yayınlanıyor ve dünyada yapılan yemek bilimleri araştırmalarında referans olarak kullanılıyor.
6-7 Temmuz tarihlerinde gerçekleşen sempozyumun bu yılki konusu ‘tohum’du. Sempozyumda sunumlar kadar önem taşıyan öğle ve akşam yemekleri ünlü şefler Moshe Basson ve Olia Hercules’in ekibi tarafından yapıldı. İki şefin yemeklerinin konsept ve organizasyonu, aynı zamanda sempozyumun yönetim kurulu üyesi olan Gamze İneceli’ye aitti. Sempozyumda bu yıl farklı olan iki sergi vardı. Tohumu estetik yanıyla gösteren sergideki eserler aynı salonda sergilendi ve birbirini tamamladı. Sergilerin temaları gibi adı da ortaktı; The Jewels of Life / Hayatın Mücevherleri…. Farklı ülkelerden, farklı şehirlerden gelen, her yaştan sempozyum katılımcısını şaşırtan, hayran bırakan, heyecanlandıran bu sergilerden biri Yenilebilir Boncuklar, Çiçek Yemek, Atıksız Mutfak ve Türk Yemekleri kitaplarının yazarı tasarımcı Gönül Paksoy’un tohumlarla yaptığı takı tasarımlarıydı. Malzemesi tohumdu ama her biri nadir mücevherler gibi eşsiz, tek ve değerliydi. Dünyanın Ortadoğu mutfağı üzerine yazdığı ödüllü yemek kitaplarıyla tanıdığı yazar Claudia Roden’i etkileyen menengiç tohumlarından yapılmış bir gerdanlık oldu. Diğer sergi, Buğday Ekolojik Yaşama Destekleme Derneği Kurumsal Kimlik Danışmanı ve %100 Ekolojik Pazarlar’ın kurucularından biri olan Lalehan Uysal’ın tohum fotoğraflarıydı. Uysal’ın her tohum fotoğrafı bildiğimiz meyvenin attığımız çekirdekleri, sık sık yediğimiz bir sebzenin bilmediğimiz tohumları ya da çoğumuzun her gün gördüğü bir ağacın yere düşen ve eğilip bakmaya vaktimizin olmadığı tohumlarıydı. Lalehan Uysal bu sergi için hazırlanmış olan broşürde kendini tohum gözlemcisi olarak tanımlıyor ve neden tohum fotoğrafları çektiğini anlatıyor; ”Çocuk yaştan bu yaşa tohum gözlemcisiyim. Karahindiba (Dandelion) tohumlarının rüzgarla bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya uçuşunu, keçilerin yediği zeytin çekirdeklerini dağlara tepelere taşıyıp toprakla buluşturmasını, ağacından yere düşen meyvenin çekirdeğini kırıp yeşermesini hayranlıkla izliyorum. Umutsuzluğa kapıldığımda beni güçlendiren şey; gözümü kapatmak ve bir tohumun bir meyve ağacına dönüşünü düşlemek… O ağacın meyvesine uzanana kadar da gözümü açmamak! Gezegenin toprağına her gün akıl almaz sayıda tohum düşüyor. Görmediğim bilmediğim diyarlarda yeşeren, filizlenen, boy atan her tohumun nefesim olduğunu hissediyorum. Bazen derin sessizliklerde bu tohumlardan birinin toprağa düştüğünde çıkardığı sesi duyar gibi oluyorum. Kabuğunu çatlatışını, güneşe boynunu uzatan filizin çıtırtısını… Ben tohumun can seslerini gösteremediğim için fotoğraflarını çekiyorum. Onların bazen narin, ince, kırılgan, uçucu; bazen sert, iri, güçlü; bazen yeşil, kahve, siyah renkleri fark edilsin istiyorum. Tohumların her bir tanesinin inanılmaz tasarlanmış, tarifsiz zenginliklere sahip, birer mucize olduğunu göstermek istiyorum. Fotoğraflarımdaki tohumların göze görünmesini ruhun toprağında yeşereceğine inanıyorum. Her deklanşöre bastığımda toprağına tohum serperken ektiğinin sadece insan için olmadığını, tüm canlılar için olduğunu anlatmak için Anadolu insanın dillendirdiği kadim sözü tekrarlıyorum. Bu tohumlar ‘kurda, kuşa, aşa’… ” |