Ekolojik yaşama ilk adım: Pestisitlerden kurtul
İnsanların gıdasına, “pest”ler, yani “zararlılar” ortak olmasın diye düşünüyorlar. Ancak bugün geldiğimiz noktada, pestisitlerin neden olduğu çevre yıkımı, tarımsal biyoçeşitlilik kaybı ve hastalıklar, kırsal toplulukların yaşam koşullarını kötüleştirmiştir.
Yazı: Yasemin Kireç – Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Eğitmeni
Size bir şey itiraf edeceğim, ben hayatımın ¾’ünü karıncalar, arılar ve sivrisinekler haricindeki böceklerden, eklembacaklılardan korkarak geçirdim. Bir fobi gibi değildi belki ama örümcek görünce çığlığı basardım. Karafatma mı!? Aman Allah’ım! Hamamböceği ne kadar hızlı hareket ediyor öyle, kaçmayayım da ne yapayım, akrep deseniz, öldürür bile… Thor Hanson, “Arıların Bildikleri” kitabında “böceklere karşı tutumumuzu en iyi ifade eden şey, halihazırda yıllık 65 milyar doları aşan pestisit harcamasıdır herhalde” diyor. Belki bu satırları okuyan sizler bu konuda daha bilinçli ve iyi niyetlisiniz ama bu rakamın çoğunluğun bakış açısını çok net ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Otuzuncu doğum günümde, bir arkadaşım bana otuzdan sonra hayatımda çok büyük değişiklikler olacağını söylemişti, gülmüştüm, otuz sadece bir rakam. O zaman ne demek istediğini geçtiğimiz on yıla bakınca şimdi anladığımı düşünüyorum ve hak veriyorum, hayatımda çok büyük değişiklikler oldu. Korktuğum canlılara bile saygı göstermeyi öğrendim. Bir günde olmadı tabii, uzun ve çok aydınlatıcı bir süreçti. Öncelikle “ekosistemi” görmeye başladım, sonra da “ekosistemi” öğrenmeye başladım; biyoçeşitliliğin rengârenk bir şey olduğunu gördüm ama konuyu fazla dallandırıp budaklandırmayayım, yoksa sayfalarca yazabilirim.
Biraz önce karıncalar, arılar ve sivrisinekler hariç demiştim. Gözlemlerime dayanarak söylüyorum, karıncalardan pek kimse korkmaz; sivrisinekleri kimse sevmez ama korkmaz; arılardan ise korkan çok ama bir yandan da uzaktan sevilirler, ağzımızı tatlandıran, bize şifa olan bal, arılara da sempati duymamızı sağlıyor. Bu sempati sayesinde, son yıllarda bir çoğumuzun gözünü açan olaylardan biri artan ve açıklanamayan arı ölümleri oldu. Albert Einstein’a atfedilen bir söz var: “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır.” Bunu aslında genel olarak biyoçeşitlilik için söylemek mümkün. Biyoçeşitlilik kayboldukça, dünya üzerinde varlığımız tehlikeye giriyor.
Peki, biyoçeşitliliğin karşısındaki en büyük tehdit nedir? Yukarıda cevabı verdim aslında, pestisitler! Nereden çıktı bu pestisitler diye sorabilirsiniz, hemen açıklayayım: Yeşil Devrim. 1960’larda artan nüfus ile birlikte hükümetler bir anda panik yapıyor ve bu kadar insanı nasıl besleyeceğiz demeye başlıyor, çiftçileri yüksek girdili teknolojiler konusunda teşvik ediyor, başlangıçta bedava tohum, gübre ve pestisit temin ediyor. İnsanların gıdasına, “pest”ler, yani “zararlılar” ortak olmasın diye düşünüyorlar. Ancak bugün geldiğimiz noktada, pestisitlerin neden olduğu çevre yıkımı, tarımsal biyoçeşitlilik kaybı ve hastalıklar, kırsal toplulukların yaşam koşullarını kötüleştirmiştir.
Bütün bunları neden anlatıyorum, çünkü pestisitlerin bir çeşidi hemen hemen hepimizin evinde bulunuyor, bunlara “biyosidal ürünler” diyoruz. T.C. Sağlık Bakanlığı’nın web sitesinden alıntı yapıyorum:
“Biyosit, kelime anlamı olarak biyolojik bir varlığı öldüren, canlı öldüren, canlıkıran demektir. Biyosidal ürünler, içerdikleri aktif madde ya da maddeler sayesinde zararlı olarak kabul edilen bakteri, virüs, mantar gibi mikroorganizmalar, hamam böceği, kene, karasinek, sivrisinek gibi böcekler, fare ve sıçan gibi kemirgenler üzerinde kimyasal veya biyolojik etki gösterirler. Bu sayede biyosidal ürünler zararlı organizmaların hareketlerini kısıtlayabilir, uzaklaştırabilir, zararsız kılabilir ya da yok edebilirler.”
T.C. Sağlık Bakanlığı
Buğday Derneği’nin “Bahçeciliğe Giriş ve Ekolojik Yaşamın Temelleri” etkinliklerinde çoğu zaman herkese evlerinde kullandıkları, “böcek ilacı” olarak bildiğimiz ama aslında “zehir” olan bu biyosidal ürünleri dikkatli kullanmalarını söylüyorum. Korktuğumuz bir örümceği, sevmediğimiz bir sivrisineği öldürürken aslında çok daha fazlasına zarar verdiğimizi artık fark etmemiz gerekiyor.
Biyosidal ürünler, çoğunlukla püskürtülerek kullanılıyor. Havayla yayıldığı için, partiküller gözümüzle görmediğimiz bir çok yere yayılıyor ve etki alanı sandığımızdan çok daha büyük.
Zehirsiz Kentler’de arıcılık mümkün
Tarım arazilerinde ve kırsal bölgelerde pestisitler nedeniyle arıların sayılarının daha hızlı bir şekilde azaldığını biliyoruz. Aarı severler, arıları korumak için “şehirde arıcılık” akımını başlatıyorlar. Avrupa’da ve Amerika’da Türkiye’de olduğundan çok daha popüler. ‘Bees in the cities’ (Arılar şehirde) diye bir hareket bile var, tabii oralarda pestisit ve biyosidal ürün kullanımı çok daha kontrollü, birçok şehirde halka açık parklarda ve bahçelerde kullanmak yasak. Şehrin göbeğinde bile biyoçeşitlilik var ve korunuyor.
Bana da sık sık sorulan sorulardan biri, “şehirde yaşayan biri arılar için ne yapabilir?”. Çok basit, her şeyden önce pestisit ve biyosidal ürün kullanımını azaltabilir, hatta tamamen bırakabilirsiniz, kapının yanındaki dolapta duran o zehirli spreyden vazgeçebilirsiniz… İşte “ekolojik yaşama giriş” için harika bir ilk adım! Bununla birlikte, kentsel dönüşüme giren apartmanınızda, açık otopark yerine bahçe yapılmasını isteyebilirsiniz, bahçenizi de tozlaştırıcı bütün böcekleri çekecek harika çiçeklerle donatabilirsiniz.
Herkesin şehirden kaçmak gibi bir lüksü yok. Her doğasever, dağda, kırda, bayırda bir hayat kuramıyor ama herkesin yapabileceği bir şey mutlaka var. Öncelikle Buğday Derneği’nin çalışmalarını takip edebilir, nereden başlayacağınıza karar verebilirsiniz, “Zehirsiz Sofralar” harika bir başlangıçtı, şimdi “Zehirsiz Kentlere Doğru” ile devam eden pestisitlerle ve biyosidal ürünlerle mücadelemize ortak, bize yoldaş olabilirsiniz.
Zehirsiz Kentler Kampanyası’nı buradan imzalayarak destek olabilirsiniz: Change.org/ZehirsizKentler
Son olarak, pestisitlerin ekosistemdeki zararlı etkileri üzerine ilk çarpıcı kitabı yazan bilim insanı Rachel Carson’un 1962 yılında yayınlanan “Sessiz Bahar” kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Yazı: Yasemin Kireç – Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Eğitmeni
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan Atık Yönetimi Yönetmeliği’ne göre, tehlikeli atıkların üretilmesinden biriktirilmesine, geçici olarak depolanmasından nakliyesine, nakliyesinden bertaraf tesisine ulaşmasına kadar bütün süreçlerden atığı üreten sorumludur. Ayrıca, atıkların insan sağlığı ve çevreye yönelik zararlı etkisini, ilgili Yönetmelik hükümlerine uygun olarak en aza düşürecek şekilde atık yönetimini sağlamakla yükümlüdür.