ENGLISH
DESTEK OL!
Gönüllü Ol
HABERLER

Yerli, hibrit, GDO’lu… Nedir bu tohum meselesi?

Yayınlanma Tarihi: 14 Kasım 2017
Yerli, hibrit, GDO’lu… Nedir bu tohum meselesi?

Tohumlar, toplumumuz ve bireysel olarak bizler için oldukça önem taşıyan bir konu. Ve bu konuda bir kısmı bilinçli olarak yayılan, bir kısmı da farkında olmaksızın oluşan bir bilgi kirliliği var. Bu bilgi kirliliğini biraz da olsa ortadan kaldırmak ve bu konudaki kavramlara açıklık getirmek için Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu ile konuştuk.

Tohum ve gıda politikaları aslında bir bütün, ama birbirinden bağımsız gibi değerlendiriliyor. Bu bütünlüğü bize biraz anlatabilir misiniz?

Batur Şehirlioğlu: Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver, 2014 yılında yapmış olduğu bir açıklamasında dünyadaki açlık sorununun temel nedenlerini hedef almayan gıda politikalarının çökmeye mahkum olduğunu söylemişti. Biliyorsunuz, 70’lerde dünyadaki açlık sorunu bahane edilerek bir Yeşil Devrim başlatıldı. Bu yeşil Devrim adı altında zirai ilaçlar, yani zehirler, fenni gübre, hibrit tohumlar yaygınlaştırılmaya başlandı. Bu konuda bir takım veriler açıklamak istiyorum. 2016 yılında yayımlanan Gıdada Sürdürülebilirlik Endeksi’nde dünya üzerinde yaşayan 1.8 milyar insanın gıdaya erişiminin yetersiz olduğu ifade edilmektedir. Yine aynı endekse göre 2 milyar insan da obezite hastasıdır.

Yeşil Devrim, açlık sorununu önlemek için ortaya çıkmıştı. Evet, gıdada bir artış sağladı, zehirleri ve kimyasalları kullanarak. Ama dünya üzerinde halen 1.8 milyar insanın gıdaya yeterli erişimi yok. Yani açlık sorunu çözülmedi. Asıl sorun erişilebilirlik. Açlık ve yoksulluk birbirleriyle iç içe kavramlardır. Üretimin adil paylaşılmaması ve alım gücü yetersizliği dünyadaki açlığın nedenidir. Aslında bu konuya dair söyleyeceklerimizi Kenya’da geleneksel üretim yapan Norman Karima adlı bir çiftçi tek cümleyle ifade ediyor: “Geleneksel ürünlerimiz yemek için iyiler, modern mahsuller ise ihraç edilebiliyorlar. Ama kahve yiyemeyiz.”

Yeşil Devrim aslında neye hizmet etti, bu konuda Yeşil Gazete’den bir alıntı yapmak istiyorum. Ayşe Bereket’in haberine göre dünyada çok uluslu şirketler zirai ilaç (zehir) piyasasının %75’ine hakim. Yine ilk 10 şirket, tohum piyasasının da %63’üne sahip. Yani dünya üzerinde 10-15 şirket zirai zehirlerin ve tohumların üretimini kontrol ediyor. Bunlardan 6 tanesi bu piyasaların en büyük kısmına hakimler ve birbirleriyle evleniyorlar. Geçtiğimiz yıl Bayer firması Monsanto’yu aldı. Yani burada Yeşil Devrim adı altında oynanan oyun açlık sorununu çözmek için değil, ticari olarak tekelleşmek için oynanıyor.

Yani aslında burada bir rant var. Peki milli tarım politikalarında tohumun yeri ne?

Milli tarım politikalarına tohum özelinde baktığımızda, ben milliyetçilik kavramını bu anlamda destekliyorum. Ancak, yanlış anlaşılıyor. Milliyetçilik kavramı kime hizmet ediyor. Buğdayın anavatanı Bereketli Hilal, yani Güneydoğu Anadolu. Buradan tohumu alıp Meksika’ya götürmüşler, orada hibrit tohum haline getirip Türkiye’ye geri satmışlar. İşte bu noktada, evet, milliyetçi olmalıyız. Ama milliyetçi olacaksak, bu tohumlar halkın, çiftçinin olmalı, yerli şirketlerin değil. Peki tohumların kontrolünü Amerikalı, İsrailli şirketler yerine yerli şirketlere verdik diyelim. Bunların ortaklarının İsrailli ya da Amerikalı olup olmadığını biliyor muyuz? Burada millilik konusunda önemli olan tohumun şirketlere ait değil, halka ait olmasıdır. Bu tohumların kaynağı çiftçidir, yüzlerce yıldır çiftçiler bu tohumları ekip geliştirmiştir, bu yüzden hak sahibi de çiftçidir. Ama biz bunu alıp şirketlere veriyoruz. İşte bu noktada milli tarım politikamızı eleştiriyorum.

Peki bunun çözümü nedir?

Geçtiğimiz yıl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı sertifikasız tohumların artık desteklenmeyeceğini açıkladı. Aslında bu onunla çok bağlantılı bir konu. Siyezden örnek vermek istiyorum. Siyez şu an inanılmaz popüler oldu. Çok kıymetli bir buğday. Hastalıklara karşı çok dayanıklı, besin değeri çok yüksek ve bu konuda akademik anlamda çok kıymetli çalışmalar yürütülüyor. Fakat önemli olan mesele şu. O siyez tohumunu buraya kadar getiren kim? Binlerce yıldır bu tohumu ekip bugüne getiren kim? Kastamonu’daki, İhsangazi’deki çiftçilerdir bu tohumu ekip geliştiren. Halkımızın, çiftçimizin sorgulaması gereken şey şu: “Bu tohumu ben getiriyorum, üniversite ve devlet üzerinde çalışıyor, peki sonra o tohumun sahibi kim olacak?” Meksika örneğinde anlattığım gibi siyez de şirketler tarafından alınıp çiftçiye geri satılacaksa, o zaman bu çiftçinin hakkı nerede? Çiftçilerin hakkını devletin koruması gerekmiyor mu? Biz Buğday Derneği olarak ülkemizde titiz bir şekilde çalışmakta olan tohumlarla ilgili enstitüleri destekliyoruz. Tohumların şirketler yerine enstitüler tarafından geliştirilip çiftçiye verilmesi, makul fiyatlarla satılması, tohum konusunda bağımlılığı ortadan kaldırır. Tohum politikalarının da bu şekilde olması gerektiğine inanıyorum.

Tohumlar konusunda bir bilgi kirliliği var. Yerli tohum, organik tohum, hibrit tohum gibi kavramlarının karşılıkları tam olarak bilinmiyor ve birbirleriyle karıştırılıyor. Bu konuda bize kısa bir bilgilendirme yapabilir misiniz?

Yerli ve atalık tohumu aslında aynı anlamda kullanıyoruz. Şöyle açıklayayım; mısırın, domatesin, patatesin aslında ana vatanı Amerika kıtası. Yani bu çeşitler Anadolu’ya oradan gelmiş. Ama bunlar Anadolu’yu benimsemiş, gen merkezi olmasa da biyolojik anlamda bir merkez olarak Anadolu’yu edinmiş. Mesela Ayaş domatesi; Ayaş için o domatesin tohumu yerli bir tohum olmuş. Sadece o bölgede ekildiği zaman belirli bir kalite, lezzet vs. veriyor. İşte o bölgeye ait olduğu, o bölgeye has özellikler geliştirdiği için o tohuma “yerli veya “atalık” tohum diyoruz.

Halkımız genelde GDO’lu tohum ile hibrit tohumu birbirine karıştırıyor. Hibrit tohum deyince korkuyor. Bizim hibrit tohuma karşı çıkmamız, sosyo-ekonomik nedenlerden dolayıdır, tekelleşemeye yol açtığı içindir. Gıda güvenliği ve bağımsızlığı açısından karşı çıkıyoruz. Hibrit tohumda uygulanan metottan kaynaklı olumsuz bir sağlık etkisi yok ancak besin değerleri öncelikli olmadığı için besin değerleri ve kalite açısından ciddi kayıplar var.

Peki nedir hibrit tohum?

Hibrit tohum aslında yüzyıllardır bizim çiftçimizin yaptığını, akademisyenlerin, mühendislerin daha profesyonelce yapması neticesinde ortaya çıkar. Burada genetik yapısıyla oynanması gibi bir durum söz konusu değil. Bildiğimiz, yapay döllenme aslında. Çiftçinin yaptığının profesyonellerce yapılması. Hibrit tohumun kısır olarak bilinmesinin nedeni de şu. Aslında kısır değil, yine tohum veriyor. Ama melez tohum olduğu, yani saf hat bir anne ile saf hat bir babanın melezi olduğu için, çiftçi bu tohumu tarlaya ekip kendisi tohum almaya kalktığı zaman, bu tohum ya annesine ya da babasına dönüyor. Yani tohum ticari değerini yitirmiş oluyor. Standart kalitede bir ürün elde edip piyasaya süremiyor. Bu yüzden çiftçi o tohum şirketinden her yıl o tohumu satın almak zorunda kalıyor. Karşı çıktığımız nokta bu.

Yani biz her koşulda yerli tohumun ekilip yetiştirilmesini savunuyoruz, ama bazı durumlar da hibrit tohumun da ekilebileceğini, çiftçinin yararına olabileceğini söyleyebilir miyiz?

Bu, o tohumun kimin elinde olduğuna göre değişir. Çiftçinin hakkı, kamu hakkı korunuyorsa, hibrit tohumlar üzerinden bir tekelleşme sağlanıp bu bir rant haline dönüştürülmüyorsa, halkın gıda güvenliği riske edilmiyor ise evet biz teknik olarak hibrit tohuma karşı değiliz.

Standart tohum nedir peki?

Hibriti anlatırken saf hat anne ve babadan melezleniyor demiştim ya. Standart tohum da işte o saf hat anne ya da babanın tohumunun kendisi. Mesela Yalova’daki Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’nün ürettiği bu şekilde standart organik tohumları da var, konvansiyonel tohumları da var. Standart tohum kullanan çiftçi, ertesi yıl da kendi tohumunu çıkarıp ekebilir. Tohum şirketleri bu yüzden standart tohumu satmıyorlar. Çünkü standart tohum satarlarsa çiftçi onlara bağımlı olmayacak.

Yani hibrite nazaran standart tohum çiftçi için daha elverişli?

Evet çünkü hibrit tohum çiftçiyi şirketlere bağımlı kılıyor. Oysa standart tohumdan kendi tohumunu üretebilir.

Bir de organik tohumdan bahsedelim mi? Organik tohum nedir?

Organik tohum, organik sertifikalı tohum demek. Organik üretim yapan üreticiler, ürünleri için organik tohumdan diyebilmeleri için. Hem tohumunun sertifikalı olması, hem de üretiminin organik sertifikalı olması gerekiyor. Yani tohumluk olarak kullanılan tohumun yetiştirilmesinde herhangibir zirai zehir, kimyasal gübre kullanılmaması gerekiyor. Organik sertifikalı tohum, hibrit ya da standart tohum olabilir. Ama asla GDO’lu tohum olamaz. Çünkü organik tarım mevzuatına göre GDO kesinlikle yasaktır. Yine organik tarım yapan çiftçi, yerli tohumlarını da kullanabilmektedir.

GDO’lu tohum tam olarak nedir? Biz GDO’lu tohuma neden karşıyız?

GDO’lu tohum ve GDO’lu gıda tam anlamıyla Pandora’nın Kutusu’dur. Açıldığında neler olacağını gerçekten bilmiyoruz. Yani sadece insanlık için bir risk taşımıyor, aynı şekilde ekosistem için de riskli bir konu. Örneğin mısır 3 km’den döllenebilmektedir ve GDO’lu mısır da şu an dünyada oldukça yaygındır. Bu GDO’lu türlerin, doğadaki diğer türlerle döllenme riski var. Bu döllenmenin ekosistem için nelere yol açabileceği meçhul. Okyanuslardaki bir yosun türünün Akdeniz’e gelmesi bile oradaki ekosistemi tehdit ederken, GDO’lu türlerin döllenmesinin doğa için nelere yol açabileceğini az buçuk tahmin edebilmek mümkün aslında. Ekosistemin bir dengesi var, ve genetiği ile oynayıp başkalaştırdığınız bir bitkinin ekosistemi olumsuz olarak etkileyebilmesi oldukça yüksek bir ihtimal. Bunu tam olarak bilmeden, dünyayı ve ekosistemi bir deney alanı olarak kullanıp bunu denemeye kalkışmak oldukça tehlikeli.

Aynı şey insan sağlığı açısından da geçerli. GDO’lu gıdaların insan sağlığı açısından nelere yol açabileceğini test etmeden, bu konuda tam bir bilgi sahibi olmadan GDO’lu gıdaların piyasaya sürülmesi oldukça tehlikeli. Bu, insanlığın tamamının kobay olarak kullanılması anlamına geliyor. Üstelik insan sağlığı açısından tehlikeli olabileceğine dair çeşitli araştırmalar da mevcut. İşte bizim GDO’lu tohumlara karşı çıkma nedenlerimiz bunlar.

Peki bir ürünün hangi tohumdan yetiştirildiğini bakarak anlamak mümkün mü?

Ne yazık ki bunu ürüne bakarak anlayabilmek mümkün değil. Bunu uzmanların laboratuvar ortamında incelemeleri gerekiyor.

Röportaj: Leyla Aslan Ünlübay

*Bu röportaj 29 Eylül 2017 tarihinde Açık Radyo’daki Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam programından yazıya aktarılmıştır.

Etiketler: , ,

12 adet yorum var

  1. Ercan

    İyi günler,
    Oldukça güzel bir yazı ama yine birçok bilgilerde eksiklik var.
    Standart tohum ya da çeşit yıllardır üreticinin elinde bulunan her yıl ekip, dikip kullandığı tohum. Dolayısıyla bu tohumu üretici kullanabilir. Fakat Ayaş domatesi gibi tohumların verimi düşüktür, raf ömrü azdır, hastalık dayanımları zayıftır ve sadece ilkbahar döneminde yetiştirilebilir. Dolayısıyla da kullanım alanları dardır. Bu sistemde hibrit çeşitler öne çıkıyor.
    Hibirt çeşitlerde yerli firmaların sayısı arttı. Bugün için yurt dışından domates, biber, patlıcan, hıyar gibi bitkilerin tohumlarını almasak bile kendi tohumlarımız bize yeter. Fakat marul, ıspanak, lahana, brokoli, şeker pancarı gibi birçok bitki türüne ait tohumlarda hala dışa bağımlılığımız devam ediyor.
    Yeşil devrim yanlış yazılmış. Yeşil devrim kısa boylu buğdayların üretimde kullanıldığı yararlı bir bitki ıslah sistemidir. Daha önceki uzun boylu buğdaylar, azotlu gübre verildiğinde hasat zamanına yakın yere yatıyorlardı ve hasadın yapılması neredeyse imkansız oluyordu. yeşil devrim ile kısa boylu buğdaylar geliştirildi ve verim artışı sağlandı.
    Dünyada 5-6 tohum ve ilaç firmasının tekel oluşturmaya çalıştığı doğrudur. Çünkü bu tip firmalar tohuma sahip olarak insanların beslenmesini kontrol eden faktör olmak istiyorlar.
    Saygılarımla

    1. batur şehirlioğlu

      Ercan Bey yeşil devrimi sadece tohuma indirgeyemeyiz değil mi? Bütününde mekanizasyon, çeşitli teknolojiler, fenni gübre ve zirai zehirlerin de yoğun biçimde kullanıldığı verim odaklı entansif tarıma geçişdir. Amacı artan nüfusun gıda problemini çözmek iken bugün dünyada nüfusu besleyecek gıda varken ( ısraf, stoklar vs dahil ) bunun adil paylaşılmadığını görüyoruz. Yani yeşil devrim asıl amacına hizmet etmemiş dünya çapında gıda tekellerinin oluşmasına hizmet etmiştir.
      Standart tohuma gelince; üreticilerin yıllarca ellerinde geliştirdikleri tohumların çoğunluğu popülasyon ya da genotip dediğimiz tohumlardır oysa Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Enstitüsü gibi enstitülerimizde seleksiyonla çeşit haline gelen durulmuşluk, yeknesaklık ve farklılık özelliklerini kazanmış tohumlara standart tohum diyoruz. Yerli, yerel, atalık dediğimiz tohumların büyük çoğunluğunda bu özellikler tam gelişmediğinden bunlara saf, standart hat diyemeyiz. Pembe domateste olduğu gibi bunların çoğu genotip olarak kabul edilir.
      Dernek olarak bizim için millilikten önce kamu ve çiftçi hakları önemlidir.
      saygılarımla,
      Batur Şehirlioğlu

    2. Faina

      Kısa boylu buğdaylar, sap verimi az buğday verimi yüksek, tanelerin dolgun olduğu bir tür. Kıraç ve susuz arazi için de uygun. Ancak, bu buğdayın tek istediği ot olmasın. Bu da monsantonun bize raund UP ot ilacını satması sağladı. Geçtiğimiz yıl da birinci derece kanser sebebi olduğu için tün dünyada yasaklandı bu ilaç. Türkiye de dahil. Yani o islahın amacı bizi tarım ilacı pazarı haline getirmekti

  2. Çağrı

    Harbiden yanlış noktalar açıklık kazansın diye face profilimde paylaşabilirim umuduyla okumaya başladım ama hüsran oldu.

    Yani karşı gibiyiz ama iyi yanlarına bakarak destekleyebiliriz. Tekel olması kötü ama çiftçiyi destekleyecekse neden olmasın (emin ol tekeli kurduktan sonra hayrına herkesi ev sahibi edecekler!?)… Tamamını okumaya sabrım yetmedi, duruş eksik geldi…

    Akıntının karşısında durmaya gerek yok ama yazının ilk yarısı hedefini hayli ıskalamış…

  3. Yasemin Buğday

    Buğdayda sebzelerdeki gibi tohum paketlerine/çuvallar üzerine “F-1 HİBRİT BUĞDAY” yazılabilecek hibrit veya melez çeşit henüz tam anlamıyla başarılmış değildir.
    Şu anda dünyada iki şirket ( Biri Alman Biri İsrail firması) bu konuyu uzun zamandır çalışıyor başarılı olduklarını da henüz deklare etmiş değillerdir.
    Buğdayı ayrı değerlendirmek gereklidir.
    Atatürk’ün direktifleri ile kurulan Islah İstasyonları ve Enstitülere dönüşen yapının ürettiği binbir emek ve çile ile geliştirilmiş çeşitlerimiz sağlıklı, GDO’suz, tekrar tekrar ekilen çeşitlerdir.
    Ülkemizde ekimi yapılan Hibrit ve GDO’lu buğday yoktur.

  4. Hacı Emin durmuş

    İnanmakta zorlanıyorum doğrusu. Ülkemizde hibrit yada GDO lu tohum yoktur derken kimin sesi olduğunuzu bilmek istiyorum.
    bu ülkede ormanları Orman bakanlığı, tarımı tarım bakanlığı, milli eğitimi de ilgili bakanlık yok etmiştir. Onun için önemli makamlara gelmiş adının önünde Prof. Dr. Gibi ünvanlara sahip kişilere güven azalmîştır. Biline.

  5. Müşfik Gemici

    Hacı kardeş, dikkat ederseniz; ” Ülkemizde hibrit yada GDO lu tohum yoktur” demiyor; “Ülkemizde ekimi yapılan Hibrit ve GDO’lu buğday yoktur” diyor.. Siz var olduğunu biliyorsanız, lütfen o tohumlukların isimlerini bize de açıklayınız.

  6. Canpolat

    50 -60 yıl önceki klasik anadolu nun doğal buğdaylarının kromozomlarıyla şimdiki gdo lu buğday krimozomlarını sayısıksayısı ve canlı üzerinde olan etkilerini araştıran varmı? bill melinda geyts tohum gen çalışmaları feller mondanto ve partilerin anlaşmalarının içeriğini bilen varmı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Paylaş