Gerçekten ihtiyacınız var mı?
Tüketim çılgınlığı ve Kara Cuma’nın aslında nelere mâl olduğunu Buğday Derneği Koordinasyon Kurulu Üyesi Oya Ayman ile konuştuk.
İhtiyacın ne olduğunu unuttuğumuz için belki de bu kadar çılgınca tüketim yapıyoruz… Peki ihtiyaç aslında nedir?
Oya Ayman: İhtiyaç kişiden kişiye, yaşam tarzından yaşam tarzına değişiyor. Bir Eskimo’nun ihtiyacı ile Aborjinli’nin ihtiyacı ya da Avustralya’da yaşayan birinin ihtiyacı ile Afrika’da yaşayanın ihtiyacı tabii ki aynı değil. Ama ihtiyaç dediğimizde, beslenme, barınma, giyinme gibi temel ihtiyaçlarımızı kastediyoruz. Onun çevresinde gelişen şeyler de sosyal ve kültürel ihtiyaçlar olarak ortaya çıkıyor. Son 50-100 yıl arasında, ihtiyaç tanımı çok ciddi bir oranda değişti.
Elizabeth Farrelly, “Mutluluğun Sakıncaları” adlı kitabında tüketim çılgınlığından bahsediyor ve ‘neden sürekli mutlu olmaya çalışıyoruz?’ sorusuna yanıt arıyor. Hayatımızda sürekli mutlu olmamız gerekmiyor. Nasıl gece ile gündüz varsa, hayatta acı da var mutlulukta. Ölüm ile yaşam gibi, acıyı da doğal karşılamamız gerekiyor.
Tüketim çılgınlığına tekrar dönecek olursak, mutlu olma açlığı ve arzularımızı sürekli tatmin etme ihtiyacı çok körüklenmiş durumda. Bu da aslında sanayi toplumundan sonra, gerçek arz değil sanal arzın yaratılması modeli ile ilgili. Tüketim çılgınlığının sosyal statü, itibar kazanma, kimlik arayışı, eğlence isteği gibi nedenleri de var ama asıl nedenin, aslında ihtiyacımız olmayan bir şeyin ihtiyaç olarak dayatılması olduğunu düşünüyorum.
Kara Cuma hikayesi nerede başladı?
Oya Ayman: Gelişmiş dediğimiz batılı ülkelerde, Noel’den önceki son cumaya verilen isim. Aslında 21 Aralık olmasına rağmen, tüketim çılgınlığını körüklemek için piyasa ekonomisinin de dayatması ile Kasım ayına çekilmiş durumda.
Geçtiğimiz yıllarda bir mağaza açılışında inanılmaz bir izdiham olmuştu. Sosyal medyaya da yansıyan bu görüntüler biraz utanç vericiydi. O insanların kendilerini gördüklerinde ne hissettiğini merak ediyorum. Burada bir yabancılaşma ve biraz da sürü içgüdüsü ile hareket etme söz konusu.
Neden bu kadar tüketmek istiyoruz? Tüketim alışkanlıklarımız neden bu kadar değişti?
Oya Ayman: Bu bir tatminsizlik aslında. Bütün reklamlar, “daha fazla isteyin” diyerek bunun bir hak olduğunu iddia ediyorlar ve ürünlerini o şekilde satıyorlar. Biz de daha üst model bir telefonun, arabanın ya da daha geniş ekranlı bir televizyonun gerçekten hakkımız olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Ne yazık ki çocuklar çok fazla kullanılıyor. Sonuçta çocuk ister ve onlara yönelik reklamlarda bu duygu çok fazla.
Aldıkça ve sahip oldukça daha fazlasını istiyoruz. Çok fazla seçenekle karşı karşıya olan insanlar kendilerini bir çeşit beyaz gürültüye maruz kalmış hissediyorlar. Araştırmacılar bunu birinci filtre olarak tanımlıyor. Nasıl ki, otistik kişiler çok fazla gürültülü ve kalabalık ortamlarda yoğun bir hassasiyet içerisine girer ve baskı altında hissederler; bizler de çok fazla seçenek ile karşı karşıya kaldığımızda, kendimizi çaresiz hissediyoruz. Çok fazla seçenek olmasından dolayı da ürünler hakkında yeterince bilgilenmiyoruz. En albenili olan, en çok reklamı yapılan ya da çok daha kolay ulaşılabilir olanı tercih ediyoruz.
Daha çok eşyaya sahip olmanın hayatımızı kaliteli hale getirmediğine kendimizi nasıl ikna edeceğiz?
Oya Ayman: Kendi deneyimlerimden yola çıkarak, özellikle kırsala taşındıktan sonra hayatımı sadeleştirmeye çalışan bir insanım. Bugünlerde sadeleştikçe sadeleşesim geliyor. Sahip oldukça daha fazlasını istemek gibi, sadeleştikçe de daha fazla sadeleşebileceğini görüyorsun. Ufka ulaştıkça daha da ilerisini görmek gibi… Ruhunu başka şeylerle doyurabildiğini fark ediyorsun.
Kentteyken, bir ofis yaşantım olduğu için kırsaldakine kıyasla daha fazla eşyam vardı. Dönüp dönüp okumaya ihtiyacım olmayan kitapları ve mobilyaların bir kısmını verdim. Kırsala gittiğimde aslında daha da fazla verebileceğimi gördüm. İki yıl boyunca hiç açılmayan kolilerimiz bile oldu. Onları hiç açmadan arkadaşlarım ile paylaştım. Zira burada, daha azla yetinmenin mümkün olabileceğini görüyorsun.
Kırsalda, çok fazla yemek yediğimizi fark ettim. Artık iki öğün yiyorum. Aslında daha erken bir saatte kalkıyorum fakat çok kuvvetli bir kahvaltı ediyorum, akşam üstü biraz meyve veya kuru yemiş atıştırıp sonrasında yemeğimi yiyorum ve günü o şekilde kapatıyorum. Obezlik sadece midede değil aslında; kentlerde, yerleşim yerlerinde, gardıroplarda, tatil alışkanlıklarında… Bütün bunlar sorgulanması gereken şeyler.
Sadeleşmek mümkün. “Az çoktur” şiarını benimsemek gerekiyor. Azalttıkça, biraz daha ruhunuz doymaya başlıyor. Daha farklı keyifler keşfediyorsunuz.
Tüketirken dünyaya da zarar veriyoruz… Bir şeyleri satın alırken aslında neleri yok ediyoruz, bu bize nelere mal oluyor?
Oya Ayman: Cüzdanımızdan para çıktığı anda satın aldığımız ürünün bedelini ödediğimizi zannediyoruz ama aslında sadece para olarak ödemiyoruz. Zira çok ciddi çevresel maliyetler söz konusu. Tarladan ya da üretim yerinden sofraya gelene kadar gıdaların %25’i ne yazık ki heba oluyor. Demek ki ihtiyacımız değilmiş… Yüz birim gıdanın yirmi beş birimi için harcanan elektrik ve su miktarını; daha fazla ürün alabilmek adına kullanılan kimyasal ilaç ve gübrenin toprak ile suda yarattığı olumsuz etkileri; yoğun hayvancılıktan kaynaklı metan gazı salınımının iklim değişikliğine neden olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Kontrolümüz dışında bedeller ödüyoruz. Satın aldığımız ürünün, nasıl üretildiğini, hangi şartlarda, nerelerden ve nasıl bir ulaşımla geldiği önemli. Mesela Şili’de üretilmiş bir elmayı satın alıyorsak, onun ulaşım ve karbon salım maliyetleri ile birlikte iklimde yarattığı etkileri de göz önüne almamız gerekiyor.
Dünya genelinde, makyaj malzemelerine yılda 18 milyar dolar, sadece parfüme ise 15 milyar dolar para harcanıyor. Parfürmün üretilmesi için kullanılan kimyasallar, su, enerji ve bütün bu serfiyatın yarattığı etkiyi hesaba katarsak inanılmaz rakamlar ortaya çıkıyor.
Yaptığımız satın alımlarda bütün maliyeti parasal olarak düşünmememiz gerekiyor. Atacağımız her adımda, “benim buna gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunu kendimize tekrar tekrar sormalıyız. Çünkü onun bedeli tekrar dönüp bize ulaşıyor. Yapılan araştırmalarda, artık insan kaynaklı olduğu ortaya çıkan iklim değişikliği gıda üretimini etkiliyor. Daha fazla üretim yapmak üzere kullanılan pestisitler yüzünden çok ciddi hastalıklar ortaya çıkıyor.
Eskiden insanlar daha küçük evlerde yaşıyorlardı. Şimdi ise daha büyük evlerde yaşamak bir ihtiyaç olarak gösteriliyor. Elbette her çocuğun kendi alanı olması lazım, bunu reddetmiyorum ancak o lazımlar bir türlü bitmiyor. Özdemir Asaf’ın bir sözü var: “Kime sorsan evinde bir oda eksik.”
Gerçekten sıfır tüketim yaptığımız günlerimiz olsa… Ne kazanacağız?
Somut bir şey duymak isteniyorsa, çok fazla harcamamış olacağımız için cebimiz kazanacak. Tatmin duygusunu başka şekillerde nasıl sağlayabilirimi düşünmeye başladığınızda; dışarıdan satın almak yerine evde bir şeyler üretmek, var olanı dönüştürmek, çöpü azaltmak gibi şeylerden zevk almaya ve daha az tüketerek, daha az zarar verdiğinizi gördükçe kendinizden memnun olmaya başlıyorsunuz.
Bu röportaj Leyla Aslan Ünlübay’ın hazırlayıp sunduğu Açık Radyo’daki Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam programından yazıya aktarılmıştır. Program kaydını buradan dinleyebilirsiniz.
Deşifre: Ayşe Nur Ayan