Yaban hayatın devamı için gezegenimizin yarısını doğal koruma alanına çevirebilir miyiz?
Yaban hayatı oluşturan türlere ait popülasyon, endişe verici bir hızla azalmakta. Bu sebeple radikal bir çözüm önerisi olarak gezegenin yarısının doğal koruma alanına çevrilmesi öneriliyor.
Yazan: Robin McKie
Çeviren: Orberk Özdemir
Kaynak: The Guardian
Orangutanlar gezegenimizin en özel ve akıllı canlılarından biridir. Yiyecek bulmak ve avlanmak için ağaç dalı gibi ilkel aletleri kullanırken gözlemlenmiş ve karmaşık sosyal davranışlara sahip olduğu öğrenilmiştir. Orangutanlar insanlığın kendi entelektüel tarihinde de önemli bir rol oynamıştır. 19. yüzyılda doğal seleksiyon teorisinin ortak geliştiricileri olan Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace, evrim hakkındaki fikirlerini kesinleştirmek adına orangutanları gözlemlemişlerdir.
Ancak geçen süre içerisinde insanlık orangutanlara nezaket göstermemiş; habitatlarının tahrip edilmesi ve türlerinin yasa dışı avlanması gibi nedenlerle bu kızıl yeleli, özel primatların sayısı inanılmaz bir düşüş göstermiştir. Geçtiğimiz hafta yayınlanan uluslararası bir araştırma, orangutanların son kalesi Borneo’daki nüfuslarının 70 bin ile 100 bin aralığına düştüğünü ve bu sayının 1995 yılındaki popülasyonun yarısından daha az olduğunu ortaya koymakta. Çalışmanın ortak yazarlarından biri olan Liverpool John Moores Üniversitesi’nden Serge Wich, “ Orangutanların nüfus eğrisinde oldukça dik bir düşüş bekliyordum ancak kaybın bu kadar büyük olacağını tahmin etmiyordum” dedi.
Koruma uzmanları, orangutanlara ev sahipliği yapan ormanların tahrip edilerek palm yağı plantasyonlarının kurulması yüzünden 2050 yılına kadar orangutan popülasyonunun 45 bin dolaylarına düşeceğini söylüyorlar. Dünyanın en görkemli yaratıklarından biri olan orangutanlar; Körfez Muturu, Javan Gergedanı, Batı Afrika Düzlük Gorili, Amur Leoparı ve bugün sayıları çarpıcı bir şekilde azalan pek çok tür ile birlikte unutulmaya doğru gidiyor. Tüm bu türler insanlığın öldürme, sömürme ve işleme merakının kurbanları olan Tasmanya Kaplanı, Dodo kuşu, Fildişi Gagalı Ağaçkakan ve Baiji Yunusu’nun sonunu getiren makus kader ile tehdit edilir durumda.
Tüm bu olumsuz gelişmelerin neticesinde bilim insanları, yakında vahşi doğadan yoksun kalınmış bir şekilde, yalnızca insanlar, evcil hayvanlarımız ve onların parazitlerinin yaşadığı bir gezegenin tehdidi ile bizi uyarıyorlar. Bu korkunç senaryo 27-28 Şubat 2018 tarihlerinde Londra’da düzenlenecek olan Safeguarding Space for Nature and Securing Our Future adlı konferansın zeminini oluşturacak.
Düzenlenecek olan bu sempozyumun amacı açık: insanlığın yüz yüze kaldığı büyük yok oluş felaketini durdurmak veya ciddi şekilde sınırlamak için yeterli rezervlerin ve koruma alanlarının oluşturulma gerekliliğini ve yollarını vurgulamak.
Güncel bir rapora göre, insanlar, Dünya üzerindeki yabani hayvanların sayısının son 40 yıl içerisinde yarıya düşmesinin en büyük sorumlusu. Besin için sürdürülemez boyutlarda yapılan hayvan kıyımı, habitatların kirletilip yok edilmesi mevcut durumun bizatihi sorumlusunun insan aksiyonları olduğunu gözler önüne seriyor.
Bilim insanları acil bir şekilde eyleme ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar. Bu konu, 2010 yılında Japonya’da organize edilen uluslararası bir toplantıda hükümetlerce müzakere edildi ve katılımcı hükümetler, Dünya toprak yüzeyinin %17’sini ve okyanusların %10’unu kaplayacak olan bir rezervler ağı ve korumalı denizler eylem planını hayata geçirmeyi kabul ettiler.
Bu kapsamda kurulan yeni rezervler arasında Nijer’de bulunan ve Addaks Antilobu, Addra Ceylanı gibi yüksek derecede tehlike altında bulunan türlere ev sahipliği yapan Termit & Tin Toumma Ulusal Rezervi ile birlikte deniz inekleri, nehir yunusları, dev su samurları ve yünlü maymunları ile bilinen Peru Yaguas Ulusal Park’ı da bulunuyor.
Londra’da düzenlenecek olan konferans, yeni rezervlerin uluslararası bir kararla alınan koruma politikasına ne kadar yardım ettiğini analiz edecek, rezervleri kurarken karşılaşılan sorunları inceleyecek ve dünya toprak yüzeyi ve okyanusların korunması adına koyulan hedeflerin, 2020’de Çin’de düzenlenecek olan Biyo-çeşitlilik konferansının yapıldığı zamana kadar, iyileştirilip geliştirilmesinin yollarını arayacak.
Ancak birçok çevreci, konulan hedeflere ulaşılsa bile bu istatiksel başarının doğal hayatı ve habitatları tehdit eden yok oluş sürecini durduramayacağını savunuyor. Mevcut koruma hedeflerinin, hükümetlerin ve uluslararası organizasyonların koruma sürecine ne kadar katkıda bulunabileceği ile belirlenmesinin bilimsel olmadığını savunan çevreciler bunun yerine, hedeflerin doğayı tam anlamı ile korumak için nelerin gerekli olduğuna yönelik kesin saptamalarla belirlenmesinin uygun olacağını bildiriyor. Nature Needs Half organizasyonunun kurucusu olan Harvey Locke kurtarma planlarında belirlenen hedeflerin gerçekçi olmadığını vurgularken, 2050 yılına kadar gezegenimizin %50’sinin tamamen korunma altına alınması için kampanyalar yürütüyor.
Ancak yalnızca gezegenin yarısını vahşi doğaya ayırıp kalan yarısını dev şehirler ve çiftlikler için kullanmak başka zorluklar ortaya koyuyor. Bu durumda kirlilik, kaçak avlanma ve iklim değişikliği; karbon emisyonları ve insan kaynaklı diğer problemlerle tetiklenecek ve gezegenin insan yarısından yaban hayatı bölgesine büyük bir tehlike sızacaktır. Bu sebeple koruma uzmanları, hayvanların rezervler arasında nispeten kolayca hareket etmesini sağlayacak ve böylece popülasyonlar arasında genetik çeşitliliği muhafaza edecek çok daha dikkatlice organize edilmiş entegre bir yaban hayatı alanı modelinin oluşturulması gerektiğini savunuyorlar.
Önümüzdeki hafta yapılacak konferansta görüşülecek bir çözüm de kentlerimizi şu andan daha yeşil bir hale getirme önerisi olacak. Bu durum, Ulusal Şehir Parkları’nın yaratılmasının savunucusu olan Daniel Raven-Ellison’a göre, şehirlerin ürettiği kirliliğin etkisinin azalmasına neden olacağı gibi, aynı zamanda vahşi yaşam konularında da halkın bilinçlenmesine katkı sağlayacaktır.
Raven-Ellison, yeşil şehirlerin vatandaşlarının çevresel kaygılarla meşgul olma ihtimalinin çok yüksek olacağını ve dünyanın her yerindeki yaban hayat adına- deniz gergedanları, kaplumbağalar veya diğer tehdit altındaki türlere karşı- bilinçlerini genişletme ihtimalinin çok daha yüksek olacağını söylüyor. Raven-Ellison, plastiklerin ve okyanusların öyküsünün, şehirlerin neler yapabileceğine çok iyi bir örnek teşkil ettiğini söylerken okyanus içine giren ve deniz yaşamını tehdit eden plastikleri kullanma adına Londra gibi bazı büyük metropollerde gerçek bir reaksiyon gerçekleştiğini aktarıyor.
Ancak çevre problemleri ile ilgili diğer konularla baş etmek bu kadar kolay olmayacak. Bilhassa Afrika Kıtası’nın geleceği oldukça endişe verici. Kıta yaban hayatı bakımından halen oldukça zengin olmasına karşın hızla artan nüfus nedeniyle, Afrika’nın içinde bulunduğumuz yüzyıl boyunca dünyanın herhangi bir yerinden çok daha fazla değişmesi bekleniyor. BM’nin hazırladığı son nüfus verilerine göre, dünyamızda 7,5 milyar erkek, kadın ve çocuk yaşıyor ve yüzyılın sonuna kadar bu oran 11,2 milyar civarına yükselecek. Üstelik bu artışın neredeyse tümünün Afrika’da yaşanacağı tahmin ediliyor. Günümüzde 1,25 milyar olan kıta nüfusunun 2100 yılında 4,5 milyara kadar yükselmesi bekleniyor. Afrika’daki nüfus artışının aksine diğer kıtalardaki insan popülasyonunda bu oranda bir artış beklenmiyor.
Son olarak, Sir David Attenborough Observer’a verdiği demeçte, habitatları ve vahşi yaşamı koruma ülküsünün iki boyutlu bir husus olduğuna dikkat çekiyor. İnsanoğlunun bulunduğu konum ve sahip olduğu güç dolayısı ile gezegenimizdeki tüm yaşam biçimlerine karşı bir sorumluluğu olduğunu hatırlatan Attenborough, öncelikle koruma planının ahlaki boyutundan bahsediyor. Ancak sözlerine pratik sorunlar olduğunu da ekleyerek devem eden Attenborough, “gezegenimizin geleceğini garantilemek adına dünyada yeterli sayıda yaşam formumuz olduğundan emin olmalıyız” diyor. Bu sayının ve korunması gereken yaşam formlarının çok fazla olduğunu dile getiren habitatların korunması adına daha fazla bilinçlenmeye ve desteğe ihtiyaç olduğunu belirtiyor.